Yıllar önce izlediğim, ancak 2019/Şubat ayında tekrar izlediğim bir film, bir çok mesajları içeriyordu.1990 Yılında çevrilen “Hayalet “Ghost” isimli ve başrollerini Molly (Demi Moore) ve Sam (Patrick Swayze)in oynadığı filmde, Molly ve Sam aşk yaşayan, New Yorklu bir çifttir. Sam cüzdanını taşıyan bir serseri tarafından bıçaklanarak öldürülür. Ruhu bedeni terkettiğinde ölümden sonraki yaşamı yavaş yavaş keşfetme fırsatı bulur. Ölülerin ruhlarının canlılarla aynı ortamda var olduğu ama yaşayanların ruhları göremediği bir ortamdır bu.
Yardımsever bir hayalet Sam’in bu yeni durumu kabullenip alışmasına yardım eder. Genç adam artık bazı nesneleri hareket ettirebilmektedir. Ancak Sam, aslında soygun bahanesiyle 4.000.000 USD’ı hileli olarak hesabına geçirmek için,gerçekte kendisini serseriye öldürten kişinin iş arkadaşı Carl’ın (Tony Goldwyn) olduğunu öğrenir. Medyum bir bayan aracılığıyla da önce kiralık katilin ölümünde, sonra da para için karısı Molly’e saldıran hayattaki eski iş arkadaşı Carl’ın ölümüne etki eder.
Kısaca özetlediğimiz filmde ana konu masum bir şekilde ölen ve iyi insan olarak yaşayanların ruhları ışık hüzmesiyle melek silüetleri eşliğinde bedenlerinden aydınlığa uzaklaşıyor. Ancak hem cüzdanı çalmak için adam öldüren kiralık katilin, hem de para için arkadaşını öldüren ve karısını da öldürmeye çalışan Carl’ın ölüm anlarında ruhları zebani silüetleri eşliğinde feryat ve figanlarla karanlığa sürüklenerek bedenlerinden koparılıyorlar.
Bu filmden alınması gereken en büyük ders bazı alanlarda ahlakın evrenselliği. Çünkü iyi insanların ölüm anlarında ruhlarına meleklerin, katil ve hırsızların, paraya, güce tamah ederek başkalarına kastedenlerin ölürken ruhlarına zebanilerin çok kötü bir görüntüyle eşlik etmeleri. İnsan oğlu gerçekten gaflet içerisinde yaşıyor. Şu kısacık Dünya hayatında ne cebi doluyor, ne gözü doyuyor, ne de hak, hukuk ve diğer insanlara saygı duyuyor. İnanılmaz bir hırs ve tamah içerisinde hiç ölmeyecek ve bu yaşantının hesabını asla vermeyecekmiş gibi sorumsuzca yaşıyor.
Hak, hukuk, adalet, merhamet, sevgi, saygı, tevazu,empati, sempati, haram, helal, günah, kul hakları, din, iman bunların tamamı dillerinden aksesuar ve cümlelerin süslemesi büjiteri gibi dökülüyor. En çok da bunları dillerinden düşürmeyenler şahsi çıkarları için vitrinlerinde herkese sergiliyorlar. Kavramların hepsi ortalıkta gırla geziyor, ama içi kof, özü boş
Siyasetçiler kendi yandaşlarına seslenirken kendilerine oy verenlerin karşısına sıraladığımız hasletlerin tamamını kendilerinde görüyor, kendilerine oy vermeyenleri veya karşı siyasettekileri de bu dünyada kalleş, öbür dünyada da zebanilere yoldaş olarak görüyor. Yani kendine oy verenleri hısım, vermeyenleri de hasım olarak görüyor.
Siyasetçiler de öyle bir kibir var ki; asla “insanoğlu beşer, aklı şaşar” deyimi hiç yokmuş gibi “nefis muhasebesi” denilen özeleştiriyi çalıştırmıyor. Etrafındakilerden veya karşısından gelen eleştirileri ise düşmanlık sebebi olarak görüyor ve hiddetleniyorlar. Başkalarından fedakarlık, feragat ve vermelerini isterken, kendi lüks ve saltanatlarından, şatafatlarından zerre taviz vermiyorlar.
Siyasette, bürokraside bulundukları konuma, makama “hanedan” kafa yapısıyla kendilerinden daha ehil ve liyakatlı birinin asla yetişmediği ve alternatifin olamayacağı düşüncesiyle yapışıyorlar, asla da kalkmıyorlar. Sanki Analar kendilerinden daha cevval birini doğurmadı, doğuramayacak ve oradan kalkarsa kıyamet kopacak edasıyla değişimin imasını bile yaptırmıyorlar.
“Gavur”, “kafir”, “putperest” dedikleri ülkelerde bir yetkili, yönetici veya siyasetçi bir hataları olduğunda tereddüt etmeden görevini terk edebiliyor. Hatta, etraftakilerin ısrarına bile aldırmadan sağlıkları da yerindeyken, “yeter” dediği bir zamanda koltuklarını terkediyorlar.
Sözde Müslüman Ülkelerde ise Yöneticilerin belki de hepsinin evinde Kuranı Kerim ‘in içerisinde yer alan ayetler sanki kendilerine hitap etmiyormuş gibi kibir ve adaletten yoksun bir şekilde hareket ediyorlar. Beytül Malı, Milletin kendisine emanet ettiği Devlet Makamlarını, mallarını, araçlarını ve imkanlarını yakınlarına ve nefsine kullanmayı kendilerine hak sayıyorlar. Liyakat ve adaletle yetkilendirmeleri gereken kadroları sırf kendi yakın ve yandaşları diye dağıtarak kul hakkına girmeyi kendilerine mübah sayıyorlar. Devlet ihaleleri ve bütçesinde adil davranmadan doğrudan veya dolaylı nemalanmaktan asla sakınmıyorlar. Bakıyorsunuz sabit bir gelirden başka geliri veya kalan mirası olmamasına rağmen Kamu yetkilileri veya siyasetçilerde sebepsiz ve izahsız zenginleşmenin haddi hesabı olmuyor. Devlet kademelerinde Bilgi İşlem Çağında, her türlü elektronik imkan ve alt yapıya ve anormal kadro şişkinliğine rağmen, keyfiyetten, rehavetten, menfaatlenmeden veya liyakatsızlıktan vatandaşların ve şirketlerin izne tabi işleri birçok kurumda savsaklanmakta, gününde çıkmamakta. İnanmayan şehirlerin bağrına hançer gibi saplanan rantsal kulelere ve altında yatan hikayelere vicdanıyla ve adilce bir baksın.,
İşin enteresan yanı da bu nefis denen meretleri bir türlü doymuyor. Ne işgal ettikleri makamlara ne de haksız yere aldıkları dünyalıklara bir türlü “yeter” demiyor. Onları oraya getiren irade el atıp uzaklaştırmadan asla kendiliklerinden gitmiyorlar.
Dünyalık menfaatleri, hırsları, şöhret ve şehvetleri uğruna her boyaya boyanabiliyorlar. Makamsal yada maddi menfaatlerinin olduğu kişilerin önünde yaşlarına bile bakmadan iki büklüm eğiliyorlar. Hayatlarında evlenmeden önce eşlerine ve kendilerini yetiştiren ana babalarına zerresini söylemedikleri övgüleri, methiyeleri menfaatlendiklerine yakıyorlar, bülbül gibi şakıyorlar. Onların da nefsine hoş geldikçe ayaklarını yerden kesiyorlar.Bir bakıyorsunuz, amirinin, başkanının yada patronunun hemen yanı başında veya gözünün değdiği bir yerde bitiyorlar. Bir bakıyorsunuz Cuma mesajlarında adeta mersiye düzüyorlar. Allah’ın huzurunda secde esnasında benliklerinden sıyrılmaları ve nefislerini hesaba çekmeleri için geldikleri ibadethanelerden, dünyalık başka hesaplarla geri çıkıyorlar. Haydi insanları bir şekilde aldattıklarını düşünüyorlar ama acaba (haşa) Allah’ı da mı aldattıklarını zannediyorlar.
Halbuki her rekatta okudukları Fatiha Suresinde;”Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” Allah’dan başkasına kulluk etmemelerini öğütlüyor. Hele bunlara kulluk yaptıranlarsa, farkına vararak yada varmadan Allah’a şirk koşuyorlar. Maun Suresi ise dünyalık menfaat için yetim hakkı çalanların ve yoksul insanların haklarını gaspedenlerin tamamını ele veriyor ve maskelerini indiriyor.
Maun Suresi :“Dini yalanlayanı gördün mü?İşte o yetimi itip kalkar.Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.”
Aşağıdaki sadece birkaç örnek belirttiğimiz Ayetler, gerçekle yüzleşecekleri Ahiretlerini ve Allah rızasını, Dünya menfaatlerine satan bu ahmak ve sapkın insanların hangi akibetle karşılaşacaklarını gösteriyor.
- Mü'minun Suresi, 72. ayet: Yoksa sen onlardan haraç mı istiyorsun? İşte Rabbinin haracı (dünya ve ahiret armağanı) daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
- Lokman Suresi, 33. ayet: Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.
- Fatır Suresi, 5. ayet: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.
- Araf Suresi, 51. ayet: Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
- Tevbe Suresi, 85. ayet: Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azaplandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor.
- En'am Suresi, 70. ayet: Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır.
- Hicr Suresi, 39. ayet: (Şeytan) Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım."
Yahu aklı başında insan ve zerre kadar imanı olan insan bu ayetlere rağmen işini savsaklayarak, yetimin, kamunun malını çalarak, insanların arasında haksızlık ve hukuksuzluk yaparak,görevi olan işini layıkıyla yapmadan yan gelip yatarak bu dünyasını yakar mı ? Ticaret ve iş yaparken insanları kandırmak aldatmak, fahiş karla haksız kazançlar elde etmek İslam’da haram kılınmakmış mı?
“Aranızda mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, mallarınızı hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.”(Bakara, 188)
“Ey îmân edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret hâli müstesnâ, mallarınızı bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin…” (en-Nisâ, 29)
Hud Suresi, 85. ayet: "Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
Unutmayalım ! Allah, Kuran’da inanan inanmayan hakkı demiyor. Kul hakkı diyor. İster İnansın, ister inanmasın, madem ki tüm canlı cansız her şeyi yaratan Allah. Buna göre tüm insanlar Allah’ın kulu olduğuna göre, kimi kandırırsan kandır, kimden çalarsan çal, kul hakkına giriyorsun.
İşte, kaynakları kısıtlı, iç ve dış borcu fazla, üzerindeki mali yükü ağır olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinde çalışanlar, belediyeleri ve devleti yöneten siyasetçiler vebaliniz büyük. Ticaret ve Sanayi ile iştigal edenler, kutsal Ahilik geleneğinden geldiğini iddia edenler sizlerinde sorumluluğunuz ağır.
Siyasetçilerin seçimlerde “Ey Necip Milletin asil evlatları” diye hitap ettiği seçmenler, nasıl istiyorsan öyle muamele göreceksiniz, kendinize seçimlerde layık gördüğünüz yöneticilerle yönetileceksiniz. Seçildikten sonra, seçtiklerinizin yakasını bırakmamalısınız. Hesap sormalısınız. “Şantiye” ile başlayıp, rantiye ile sonuçlanan projelerin peşini bırakmamalısınız. Görmezlikten gelip, göz yummamalısınız. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlar” olmamalısınız.
Bu yerel seçimlerde ambar farelerini teşhis edip, teşhir etmez ve devre dışı bırakmazsanız daha çok dizinizi döversiniz. Gözlerinizi açın, aklınızı çalıştırın on göre oyunuzu kullanın. Geleceğinizi ve kaderinizi oyladığınızı asla aklınızdan çıkarmayın.
Sağ ve esen kalın….
Yorum Yazın