“Su hayattır.” Herkesin dilinden düşürmediği bir söylem. Ama sadece söylediği. İşten, icraattan daha çok sürekli her konuda fikri olan ve konuşan, şikayet eden bir toplum olduk. Ruhumuz, duygularımız kirlenince sularımızı, toprağımızı, havamızı ve yaşadığımız Dünyayı’da kirlettik. Yeniden arınıp, kendimize format atmazsak, değerlerimizi, davranışlarımızı, hayata bakışımızı yaradılışımıza, naturamıza göre doğru şekilde kurgulamazsak sonumuz kötü......
Türkiye, freni patlamış kamyon gibi, göz göre göre dolu dizgin kuraklık felaketine doğru gidiyor.
Üstellik bu felaket koronaya da benzemiyor. İnsanları maske, mesafe ve hijyen’de koruyamayacak.
Devletiyle, Belediyeleri, Sivil Toplum Örgütleri ve birey olarak tüm vatandaşların toptan planlı, bilinçli ve sorumlu bir şekilde bu topraklar üzerinde yaşama hakkını sürdürebileceklerdir. Yoksa ne hamasetle, ne de günü kurtaran palyatif tedbirlerle gelecek felaketten kurtulma ve yaşama şansımız yok.
Üstelik, Dünya ve tüm insanlık kendi sorumsuzluğu sonucu bu küresel felaketi yaşarken; başka diyarlara gitmek üzere tarihi tekerrür ederek yeni bir “Ergenekon Destanı”da yaratamayız. Mecburuz aklımızı başımıza toplayıp, silkinip sorumluluğumuzun gereğini yerine getirerek, tarımda, kentlerde yaşamada hayatımızı yeniden kurgulayıp, suyu bilinçli kullanmaya…
TOPRAKLARIMIZIN YARIDAN FAZLASI RİSK GRUBUNDA!
Türkiye Çölleşme Risk Haritası’na göre, Türkiye’nin geneli kurakjlık riski altında. Kızılırmak, Sakarya, Fırat, Dicle, Manavgat eskisi gibi akmıyor. Sapanca’dan tutun Beyşehşir, Eğirdir Göllerine kadar sular çekildi. Yok olma tehlikesi var. Nasrettin Hoca’nın maya çaldığı Akşehir Gölü tarihte kaldı, yok artık. Tuz gölü’de kurudu.
Sebep? Küresel ısınma, iklim değişikliği, fosil yakıtların havaya salınması yanında; ormanları yaktık, yok ettik. Akarsu yataklarını betonlaştırdık, kirlettik. Dereleri doldurduk, akıtmaz olduk. Bilinçsiz vahşi tarımsal sulama ile yeraltı sularını kuruttuk. Sanayi ve çevre kirliliği ile yüzey sularını kirlettik, canlı türlerini yok ettik. Ruhsuz beton binalarla milyonları doldurduğumuz şehirlerde hiçbir tasarruf yapmadan suları israf ettik.
Kızılderili Şefi Seattle 1854 yılında, sonradan Dünyanın canına okuyacak kirliliğinin baş sorumlusu olacak Amerikalıların o tarihteki ABD Başkanı Franklin Pierce yazdığı bugün bir çok kişinin bildiği mektupla felaketi yıllar öncesinden haber veriyor. İşte o mektuptan birkaç satır;
“Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O'nun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça yaşamın ne değeri olur?
Unutmayın bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.
Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.”
Seattle, sanki bugünleri haber veren kâhin gibi. Allah Aşkına şu aşağıdaki fotoğrafa bir bakın ! Bu, Bizim eserimiz!... Ne kadar övünsek (esası “dövünsek”) azdır. Rahmetli, Neşet ERTAŞ Usta’nın deyişinde söylediği gibi “Kendimiz ettik, kendimiz bulduk.”
Kentleşme adına yaptığımız betonlaşma, maden ve taşocaklarıyla yok ettiğimiz ormanlar, yağmurun davetçisi ve diğer canlıların yaşam kaynağıydı. Bu ormanlarda yaşayan kuşların, hayvanların, bitkilerin diğer canlıların yaşama alanlarını yok ettikten sonra, “Yağmur Duaları” kabul olur mu sanıyorsunuz. Ormanları kasten yakanları, yaşarken” kalleş “, ölürlerse de” leş” olarak görüyorum. Yani bu yaşadığımız felaketler birazda biz insanların dışındaki canlıların bedduasından, ahından olabileceğini düşündük mü hiç? Geçmişten bugüne Orman Bakanlıklarımızın yaptığı çalışmalar ve gayretler de yok ettiğimiz ormanları geri getirmeye yetmedi.
Ormanların yağışa etkisi yıllarca göz ardı edildi. Tema Vakfı yayınlarında Ormanlarda ‘'Transpirasyon, bilimsel adıyla “gutasyon” bitkilerin topraktan kökleri ile aldıkları suyun çok az bir kısmını fotosentez olayında kullandıktan sonra, geriye kalanını buhar halinde atmosfere vermeleri olayıdır.Genel bir kural olarak, bitki tarafından topraktan alınan suyun yaklaşık olarak ancak % 1’i fotosentezde kullanılır, geriye kalanı transpirasyonla atmosfere verilir. O nedenle, bir yaz boyunca topraktan 10 ton su alan bir ağaç, bunun 9,9 tonunu transpirasyonla buhar halinde atmosfere verir. Böylece, toprakla atmosfer arasında yağışlar için çok önemli olan bir su döngüsü (hidrolojik döngü) sağlanmış olur.
Orman ağaçları transpirasyonla havaya çok miktarda su verdiklerinden, ormanlık bölgelerde nem bakımından zengin atmosfer oluşturarak yağışlara neden olur. Onun için ormancılıkta “Ormanlar yağışların yularıdır” özdeyişi çok kullanılır.” Diyerek ormanların yağışa olan katkısını açıklıyor.
Çin Sosyal Bilgimler Akademisi üyesi Wang Hongchang, ülkenin kuzeyinde toz çanağı oluşan bölgelerde yağmurun azalmasını Çin’in kuzey ve doğu şehirlerindeki ormansızlaşmaya bağlıyor.''
Su Vakfı Dergisi “İklim Değişikliği ve Çevre Konulu” Hüseyin Şener’in 25 Mart 2020 Tarihli Yayınlanan Makalesinde ormanların yağmur yağdırılmasına etkisini bilimsel olarak izah etmiştir. (Parça, kısa referanslar aldığımız bu değerli bir çalışma için kendilerine teşekkür ediyoruz)
“Ormanlar yağmuru çeker mi? Evet, ormanlar yağmuru (bulutları) gerçekten çekerler. Bu olay çok uzak mesafedeki bulutları çekme şeklinde değil de bir mıknatısın başka bir mıknatısı çekmesi olayındaki gibi gerçekleşir
Ormanlar bu çekimi nasıl gerçekleştirir? Bulutları veya sisi orman tabakası üzerine ya da yakınına çeken şey, aslında ortamda bulunan su damlacıkları ve su buharı parçacıklarının birbirini çekme kuvvetidir. Adhezyon ve kohezyon yeryüzündeki her su molekülünü etkileyen su özellikleridir ve ayrıca su moleküllerinin diğer maddelerin molekülleriyle etkileşimi diye tanımlanır (Goldman, 2018). Her bir damla, başka bir damlayı (kohezyon), Her bir damla, buharlaşma sırasında yüzeyinden ayrılan su buharı moleküllerini (kohezyon),Ø Her bir su buharı molekülü, diğer su buharı moleküllerini, merkezdeki en fazla çekimØ kuvvetine sahip olmak üzere gücü nispetinde çekmektedir (kohezyon) (Şekil 2). Ayrıca her bir su molekülü, temas ettiği herhangi bir yüzey (ağaç, yaprak, kaya, metal) ileØ farklı birer çekim kuvveti oluşturur (adhezyon)”
Doğal alanların, özellikle ağaçlandırılmış alanların sayı ve hacimleri kademeli olarak genişletilmelidir. Ormanlık alanlar vasıtasıyla hem mevcut nem en üst seviyede tutulacak hem de yağışlı hava kütlelerinin yer seviyesine çekilmesi sonucu daha fazla yağış elde edilebilecektir. Küresel ısınmanın yarattığı etkiler de yavaş-yavaş azalacaktır.(Dileyen ayrıntılı olarak ilgili makaleyi okuyabilir.)
Bir başka handikap, toprak kaybımızdır.
Türkiye, her yıl tüm Avrupa ülkelerinin kaybettiği toprak miktarının yaklaşık üçte ikisini kaybediyor. Uzmanlar uyarıyor: Hatalı toprak kullanımı verimi düşürüyor, araziyi çoraklaştırıyor.
Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı’na (TEMA) göre, dünya genelinde her yıl 25 milyar ton verimli toprak erozyon sonucu yok oluyor. Dünyada 2,7 milyar insan çölleşme tehdidi altında. 2050’de bu sayının dört milyara ulaşması bekleniyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde kurulan Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü (ÇEM) üyesi ve aynı zamanda Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taşkın Öztaş’a göre ;” ülkenin yüzde 80’inde erozyon riski var. Ancak İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi çölleşme konusunda büyük risk altında. Uluslararası alanda risk endeksi 2 üzerinden sınıflandırılıyor. Türkiye'nin çölleşme risk endeksi ise 1,4 ile orta düzeyde.
Türkiye’de de kuraklık ve çölleşme konusunda durum hiç iç açıcı değil. Türkiye’de çöl yok ancak özellikle Konya ve Iğdır ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi çölleşme tehlikesi altında. Uluslararası alanda risk endeksi 2 üzerinden sınıflandırılıyor. Türkiye'nin çölleşme risk endeksi ise 1,4 ile orta düzeyde.
Arazi bozulmasının en önemli sebeplerinin başında insan hatalarının olduğunu kaydeden Öztaş, bu hataları şöyle sıralıyor:
- Arazinin yanlış kullanımı
- Toprağın eğime paralel sürülmesi
- Toprağın sıkışmasına engel olunması
- Tarım alanlarında yanlış seçimler
- Aşırı otlatma
- Doğanın kirletilmesi
- Aşırı kimyasal gübre kullanımı
- Bitki artıklarının yakılması
Türkiye’de yılda 168 milyon ton toprak kaybı yaşanıyor. Avrupa ülkeleri arasında kıtasal ölçekte kaydedilen toprak kaybı ise 300 milyon ton. Bu da Türkiye’nin her yıl tek başına neredeyse tüm Avrupa'da kaybedilen toprağın üçte ikisini kaybettiği anlamına geliyor.
Hele Büyükşehirlerimiz ve diğer belediyelerde bir hafriyat depolama uygulamamız ve alanlarımız var ki; içler acısı… Ne toprak kurulları ne üniversitelerimiz işin içinde. Bir verimli toprak oluşumu en az 500 yılda oluşuyor. Binalar, yollar ve sanayi alanları inşaatlarında bir döküm sahası belirleniyor, inşaat molozları, verimsiz topraklar, asfalt kırıkları ile birlikte o çok değerli verimli topraklarda aynı yere gece gündüz demeden üstleri de çadırsız açık şekilde kamyon kamyon dökülüyor. Yanı başında ve ya bölgedeki verimsiz tarım arazilerine döktürmek içinse ne bir planlama var, ne de müdahale var. İnsanın içi acıyor.
YETER ARTIK….
Sırtımız duvara dayandı. Yolun sonuna geldik. Tabii ki bu konuları Üniversitelerde çok değerli Hocalar, Akademisyenler, Bakanlıklarda ve Belediyeler ile Sivil Toplum Kuruluşlarında bilen çok değerli uzmanlar var. Korona on binlerce insanımızı (Allah korusun) öldürebilir. Ancak, kuraklık Türkiye’yi tedbir almazsak yaşanmaz hale getirecek. Hepimizi bundan sonra oluşacak salgın hastalık ve zararlılara karşı yaşayamaz hale getirecek. Koronaya gösterdiğimiz Devlet ve Toplumsal eylemin daha fazlasını, kuraklığa karşı da uygulamazsak sonumuz harap.
Asıl planlama, programlama ve uygulamaları işlin uzmanlarına bırakmak kaydıyla;
- Devlet Nezdinde Bir Kuraklık Eylem Planı ve Hedeflerinin yer aldığı, İlgili Bakanlıklar, Üniversiteler, STK’lardan uzmanlardan oluşan bir yapıyı da içine alan bir Yasal düzenleme yapılmalı.
- İllerde Ülke Politikalarına uygun Üniversiteler, Belediyeler, Kamu Kurum Temsilcileri ve STK’larla birlikte “Yerel Eylem Planı ve Yönetimi” oluşturulmalı.
- Akarsu ve dere yatakları ile akaklarının çevreleri kontrol altına alınmalı. Kirliliğe asla izin verilmemeli.
- Derelerin ve sel sularının toplama havzaları fazlasında ve haricinde nehir ve ırmaklara ulaşmasındaki engeller (maliyetler göz önüne alınarak) nehir ve akarsulara birleşmesi sağlanmalı.
- Ülkedeki akarsulardan denizlere ulaşmadan önce güzergahlarında yerel belediye ve birimlerce azami ölçüde tasarrufu ve kullanımı özendirilmeli.
- (5346 Sayılı YEK Kanununa benzer), “Yenilenebilir Su Kanunu” düzenlemesi yapılarak, Kamu ve Belediyelerin imkanlarının yetmediği yerlerde özel sektöre kullanılmış suların arıtılması ve geri kazanımı yapılarak sisteme bir bedel karşılığı alımı (yada sera ve tarım kullanıcılarına satışın önü açılmalıdır)
- Çıkarılacak “Yenilenebilir Su Kanunu” çerçevesinde (BAE, Katar, İsrail, Avusturalya benzer ülkelerde olduğu gibi) özellikle deniz kıyısı olan yerlerde tarım ve seracılara, turizm tesisleri ve sitelere deniz suyu arıtarak, “kullanım ve sulama suyu” üreten teknolojilerin (buharlaşma, ters ozmoz vb. Desalinasyon tesislerinin) kurulması ve işletilmesi sağlanmalıdır. Böylece tatlı su kaynaklarının yalnızca içme ve hayati alanlarda kullanılması hedeflenmelidir.
- Belediyelerin gerekirse Kamu Kurumları finansman desteği ile Ülke çapında atık su arıtma tesislerini derhal hayata geçirerek, gerçekten doğal deşarj ortamına salınacak şekilde arıtmaları sağlanmalı.
- Belediyeler mutfak, temizlik ve içme suyu hattından ayrı, illerdeki park, bahçe ve çevre temizliği için atık su arıtmalarından çıkan arıtma suyu hattı döşemelidirler.
- Belediyelerde su kaçakları ve su şebekesi arızaları için itfaiye hassasiyetinde deneyimli ekipler oluşturulmalı, müdahaleler yapılmalı.
- Mera dışı arazilerde ve il merkezlerinin çevresinde ağaçlandırma planlaması yapılmalı. Valilikler, Kaymakamlıklar yada Belediyeler yönetimi ve denetiminde gönüllülük esasına göre kişi ve kurumlara ağaçsız araziler tahsis edilerek planlı ağaçlandırma yapılmalı. Buralara sel suları hasatından veya arıtma tesislerindeki deşarj sularından su takviyesi yapılarak beton denizi olan kentlerin etrafında yeşil kuşaklar oluşturulmalı.
- Toplu konut ve sitelerde, parklarda ağaçlar kayıt altına alınmalı.
- Açık barajlar yerine toprak altı “kapalı barajların” yapımına ağırlık verilmeli.
- Şehirlerin yağış ve sel yatakları haritaları çıkartılmalı.
- Sel yataklarına “Yağmur ve Sel Hasatı” için su toplama havzaları oluşturulmalı. Sel hasatı ile oluşan suların (Şu an Büyükşehirlerde başlayan yağmur suyu sarnıçları yaygınlaştırılarak) il çevresindeki Kamu arazilerine dikilecek ağaçlandırmalarda kullanılması sağlanmalı.
- Site şeklinde yerleşkesi olan binalara otopark zorunluluğu gibi yağmur suyu toplama sarnıçları ve depolama alanları kurulması zorunlu olmalı. Depoladıkları suyu site çevresi ağaçlandırma, temizliği veya klozet suları ya da en yakındaki Semt parkı sulamasına yönlendirilmeli. Site yönetimleri işin içerisine dahil edilerek, bu sistemi uygulayan sitelere atık su veya su kullanım bedeli teşviki sağlanmalı.
- Okul öncesi eğitimden başlayarak ortaokullarda aynen “Milli Güvenlik Dersi “gibi, “kuraklıkla mücadele ve suyun kullanımı” eğitimi verilmeli.
- Her okul ve resmî kurumlara bir ağaçlandırma sahası ihdas edilerek, toplumu ve sivil insanları işin içine çekmeli.
- Orman yangınlarını (terör veya arazi rantı) hangi amaçla çıkartırsa çıkartsın; suçu sabit olana “kasten cinayetten daha ağır” caydırıcı cezalar verilecek yasal düzenlemeler yapılmalı.
- Emekli kıraathanelerini ve STK’ları ağaçlanma sahalarının ihdasında ve bakımında gönüllülüğü teşvik edecek ücretli ya da promosyonlu politikalar ve uygulamalar geliştirilmeli.
- Konut ve işyerlerinde lavabolarda kullanılan sabunlu suların (örnek Japonya’da uygulandığı gibi) klozet suyu olarak kullanımı yönlendirilmeli.,
- Bireysel bağımsız konutlarda çatı suları ve deterjansız suların bağ bahçe sulama şeklinde kullanımı için depo ve sarnıçların yapılması yönlendirilmeli ve teşvik edilmeli.
- Tarımsal alanlarda Üniversitelerle işbirliği içerisinde planlı tarım uygulamalarına geçerek çok su istemeyen ürünlere yönlenmesi sağlanmalı.
- Tarımsal faaliyetlerde vahşi sulama yapılmasına izin verilmemeli. Gerekirse Devlet Desteklerinden yararlanmama gibi yaptırımlar uygulanmalı.
- Açık tarım uygulamaları iklim ve toprak yapısına göre uygun olmadığı yerlerde, kontrollü tarım uygulamaları ya da sera şeklinde tarıma yönlendirilmeli.
- Büyükbaş hayvancılık sulak alanların müsait olduğu yerlere kaydırılmalı, kurak alanlarda kesinlikle yonca, pancar gibi aşırı su isteyen tarımsal uygulamalara izin verilmemeli. Bu üreticilere katma değeri yüksek tıbbi ve aromatik bitkiler, ya da seracılık faaliyetlerine yönlendirilmeli.
Bu maddeler çoğaltılabilir. Bu hayatta iken yaşadığınız mekânı, yeri, çevreyi ve Dünyayı Cennete dönüştürmeden, yada en azından bu yolda gayret göstermeden; öbür alemdeki Cenneti ’de kazanamazsınız.
Kalın sağlıcakla,
Yorum Yazın