“Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına” (Rıza Tevfik)
Rıza Tevfik kimdir: Çok inişli çıkışlı bir fikre sahip olan şairin hayatı da; düşünce yapı sının grafiği ile örtüşmektedir. Tanzimat sonrası Türk Edebiyatı şairlerinden olan ve 1789 Fransız İhtilalini hazırla yan ünlü fikir adamlarının kitaplarından etkilenen lerdendir. Osmanlının son dönemindeki batılılaşma kuşağının içinde bulunan şair; öğrencilik yıllarında okuldan uzaklaştırıldığı gibi, o zamanın modası olan “Hürriyet-Adalet-Müsavat” nutuklarından dolayı nezarethanede kalmış hapishanede yatmış, mah kumları isyana teşvik etmiş ve serbest bırakılmıştır.1907 yılında henüz gizli (illegal) olan İttihat ve Terakki Cemiyetine girer ve faal bir üye olarak çalışır. İkinci Meşrutiyetin (1908) ilanında; Selim Sırrı (TARCAN) ile ateşli nutuklar çeker ve aynı yıl Edirne Mebusu (Milletvekili) olarak Meclisi Mebusana girer. İktidara gelen ittihatçıların zorbalıklarına ve faili meçhul cinayetlerine ve tarzlarına karşı çıkarak ayrılır. Ve kendisi gibi ayrılanların oluşturduğ, Hürriyet ve İhtilaf Fırkasına (partisine) katılır. Tıbbiyeyi otuz yaşında bitirebilen şair öğrencilik yıllarında üst düzey (Bakan, Vezir, vs.) Devlet ve Hükümet adamlarından destek alır. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazar ve memuriyetinin yanında çeşitli okullarda ders verir. Osmanlı Devletinin Balkan Savaşına ve de Birinci Dünya Savaşına girmesine karşı çıkar.1918’de Tevfik Paşa Kabinesinde; Maarif (M.E.B) Bakanı, 1919-20’de Damat Ferit Hükümetinde; Meclis başkanlığı yapar.10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşmasının imzalayan heyette olması sonunu hazırlar. Ayrıca siyasi bazı görüş ayrılıkları nedeniyle Anadolu’da başlayan “Milli Mücadele harekatına da karşı çıkan Rıza TEVFİK, savaşın kazanılmasından kısa bir süre sonra 1922’de Mısır’a kaçar. Daha sonra Sevr’i imzalamasından dolayı, yüz ellilikler listesi ne dahil edilir. Yaklaşık 20 yıl gurbette kalır. Umumi (genel) aftan sonra 1943’de Türkiye’ye döner. Ve Aralık 1949’da vefat eder. Şair ‘Abdülhamid’in ruhaniyetinden istimdat’ şiirinde, bazı yaptıklarından dolayı piş manlık duyduğuna işaretle, adeta bir “PİŞMANNAME” yazmaktadır. Pişmanlık elbette bir fazilettir. İnsanın hayatı boyunca yaptıklarının, bazı bölüm lerinin, uygun olmadığını dile getirmesi anlamlıdır. İş işten geçtikten sonra da olsa önemlidir. Bilhassa II. Abdülhamit dönemine ve ona yaptıklarından ve yapılanlardan pişmanlık duyulması, tarihe ve tarihçilere ışık tutacaktır. Eğer İttihat kadroları ve meşrutiyetler ortamı milli perspektife göre yönlendirilse, yabancıların elinden kurtarılsaydı, bu güm milletimiz ve milletimizin eli daha güçlü olurdu tezi doğrulanır mahiyettedir.
YERDE SÜRÜNEN ÜLKÜCÜLER
“Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına” (Rıza Tevfik)
“Geçenlerde telvizyonda bir tarihi olay anlatılıyordu. Anlatıcı: ‘Enver Paşa vatan haini değildi’ diyordu. El hak doğrudur. Ama ne idi. ‘Emellerine ulaşabilmek için hırsına ve nefsine yenik düştü. Bu da hem kendi istikbaline ve hem de millete hasar verdi’ demeye getiriyordu.
Özellikle 15 Temmuz dan sonraki gelişmelere ve öncesindeki tertiplere bakıldığında Türkiye’deki bu olayları imbikten süzerek gözden geçirmemiz ve ders almamız gerektiğini düşünüyorum.
Şöyle ki; Yine bir televizyon açıkoturumundaydı galiba bir gazeteci: Türkiye’deki Yüksek Okul öğrencilerine burs veren yabancı bir vakıftan bahsederek: ‘Belli bir zamana kadar bu vakfın burs verdiği öğrenciler homojendi yani yurdun her yöresindeki öğrencilere veriliyordu. Ama bu PKK çıkartıldıktan ve yaygınlaştırıldıktan sonra verdikleri bursun tamamı Güneydoğu öğrencilerine yönelmeye başladı. Zira imzalar atılıyor parayı öğrenciler almış gibi işlem yapılıyor ama para PKK ya gidiyordu’ yorumunu yapmaktaydı.
‘Ne zaman ki Devlet Bahçeli ‘bu vakıflar ‘kapatılsın’ dedi. Kıyamet koptu ve onun başına Nuh tufanından beteri getirildi’ yorumunu yapıyordu. On tane Genel Başkan Yardımcısını veya ileri gelen yardımcılarını ve milletvekili adaylarının mahremlerine girilerek istifa ettirildiler, bu ilk gözdağıydı ve siyasete ayarın ilk işaret fişeğiydi.
Hafızalarımızı tazeleyelim. Deniz Baykalı’da aynı mahremiyle götürdüler. Baykal diretirken ilk demecinde ‘Pensilvanya’nın dahli yok’ dedi. Sanki Baykal gitmeye ve istenilen demeci vermek zorundaydı. Aksine devamı gelecekti. Burada bir sitemim var; en ufak bir olayda hazır kıta tencere ve tavacı parşömen solcuların hiç çıtı çıkmadı. O feministler yürekli davranmadılar. Bu hem bir kadın dı, milletvekiliydi, özel kalemde kapısında çalışan bir personeldi mesai arkadaşıydı ve üstelik evli bir kadındı. Kınanmadı bile olay, gıkı çıkmadı tencere ve tavacı parşömenlerin veya onları sokağa salan başlar sanki haberdardılar olaydan.
‘Sakla samanı gelir zamanı’ atasözümüzün ışığında baktığımızda; Ülkücüler uzun zaman fire vermeden sağlam devam ettiler. Gözle görülür dişe takılır ilk fire Yaşar Okuyan oldu. Sanırım CHP den aday veya aday adayı oldu. Halbu ki: ‘Ben yirmi yıl ANAP’ta milletvekilliği, Genel sekreterlik, Bakanlık yaptım adım Ülkücü Yaşar Okuyan’dan aşağı inmedi’ diyordu. Keşke öyle kalsaydı ve öyle anılsaydı. Geçen bir televizyon jeneriğinde gördüm Büzütmüş vaziyette Kılıçdaroğlu’nu karşılamak için dizilenler arasındaydı. yadırgadım doğrusu.
Erkan Mumcu’nun başkanlığında koparılan kırk küsur kişi ile kurulan AK PARTİ’ yi bölme çabaları ve Abdüllatif olayı. Hatta siyasette kıymetli bir büyüğümü kendimce koruma ve uyarma amaçlı bir mektup yazdığımda şöyle demiştim: ‘Mumcu’yu konuşmaya değer bulmuyorum ama Yaşar Okuyan’la Abdüllatif’e ne demeli demiştim. Abdüllatif konusunu ikinci başlıkta ayrıntılı yazacağım.
Sonra ortak çatı altında CHP’nin başkan adayı Ekmelettin İhsanoğlu geldi geçti aradan. 07 Haziran seçimlerinden sonra Bahçeli’ye teklif edilen Başbakanlık rüşveti. Tahminleri söylüyorum eğer Bahçeli sağduyulu hareket etmesiydi ve bu rüşveti yeseydi Amerkancı solcular kendi hükümetlerine belki de darbe yaptırıp ümmetin kazanımlarını torbanın dibinden tersine çevirdikleri gibi yok edeceklerdi. Bu konuya da ikinci başlıkta ayrıntılı değineceğim.
Darbelerle CHP yi iktidar etme formüllerine kısaca bakacak olursak; altmış darbesinden sonra başbakan CHP nin genel başkanı İsmet İnönü. Yetmişli yılların muhtırasında başbakan CHP nin senatörü Nihat Erim. Seksen darbesinde ise başbakan CHP nin eski genel sekreteri Turhan Feyzioğlu planlanırken rahmetli Özal’ın ince marifetiyle Bülen Ulusu’ya çevrilmiştir. Onbeş temmuz kancık ve kalleş darbe teşebbüsü milletçe söndürülünce Amerikanın, ‘Yakında başbakanım’ diyenlerin ve CHP nin bu darbelerle işbaşına gelme yolu da kapanmış oldu. Halktan oy alamadıklarına göre ellerinde iktidar seçeneği kalmamış oldu böylece. Kala kala ne kaldı ellerinde; MHP yi ele geçirme ve AK PARTİ yi de pasifleştirme.
Böylece Bahçeli’nin elinden MHP’yi alma çabalarına sarıldılar; Bir çok iri kıyım insan Ülkücülük kisvesini giyierek kıymetlenmiş ve hatta şöhretlenmişti. Kendilerini toplumda milletvekili, bakan, Prof. Bürokrat saygınlığına ülkücülük ulaştırmıştı onları. Bu membadan kaynaklandılar. Üstad Necip Fazıl Abdülhamid ile başkalarını kıyaslarken derdi ki; Ortada bir dağ. Onlar sadece dağın üstünde dikili bir ağaç. Abdülhamid ise dağın dibinden fışkıran bir selvi önce dağla aynı seviyeye geldi sonra üzerindeki ağaç boyuna ulaştı. Dağı ortadan kaldırınca onlar dağın üzerindeki ağaç boyuna kalırlar. Abdülhamid ise dağı da çeksen dağ seviyesinde yüce selvi kalır derdi. Bunların üstünden ülkücülüğü alsan onlar gibi kalır demek istiyorum.
Peki bu ayrılanlar ne idi kimler idi: Kimi eski bakandı, kimi eski ve yeni milletvekili, kimi Prof. Kimi üst düzey eski bürokrattı. Peki gittikleri yerde ne oldular. Bazıları Milletvekili oldular. Bu kadar. İçlerinden bir tane isimlendirme yapayım. Koray Aydın. MHP de dursa idi her zaman milletvekili olası bir hükümette de bakan olurdu. Zaten sanırım Genl Başkan yardımcısı idi. Peki gittiği yerde ne oldu Genel Başkan yardımcısı. Diğerlerini bu minval üzere düşünebilirsiniz. Üstelik CHP ile açıktan ve HDP ile zımnen ittifaka bulaştılar. Keşke dek dursalar da kendileriniTarihe bu sıfatlarla arz etmeselerdi. Ülkücülüğü yerde süründürmeselerdi. Eğer Ülkücülük bunlardan Nohav/Nahov hakkını geri isterse halleri çok yaman olur. Allah akıbetimizi hayreylesin ama akıbetleri zannımca iyi görünmüyor. Bu zandan biran önce kendilerini sıyırırlarsa ve tekrar ülkücülüğe dönerlerse işte o zaman hakikaten ‘iyi’ olurlar diye düşünüyorum.
Haberlerde izledim. Meral Akşener diyor ki; ‘Oturduğum ilçede CHP adayına oy vereceğim’. Eh bu söz onun aleyhinde şehadete yeter de artar bile. Zaten kendince vekil transferi için ‘Abidik Gübüdük’ işlere karışmam diyordu. CHP den yaklaşık yirmi adet abidik gübidik işlere karıştı. Seçimler sonrası gidip gelmesi de ‘Abidik Gübidik’ işlerden di sanırım. Gitmek isteseler de salmayacaklardı galiba irade ellerinde değil miydi ne?
Demek ki ‘Sakla samanı gelir zamanı’ ata sözünün kapsamında gelişiyordu bu işler. Böyle mi anlamamız lazım? MHP den giden arkadaşlar Devlet Bahçeli’ye razı olmadınız da neye razı oldunuz veya edildiniz. Maksat Abdülhamid’in düşürülmesine denk Tayyib Erdoğan’ı mı düşürmekti yoksa hesabınız? Eğer öyle ise ki halkın kanati de böyle zannımca. Diğer bir ifadeyle Bahçeli’yi devirseydiler MHP nin kurumsallığını ve gücünü Tayyib Erdoğanı düşürmeye mi kullanacaklardı. Yapılanlardan bu anlaşılmıyor mu? Sizce de. Hah işte Rıza Tevfik’in sözü cuk oturmuyor mu bu gelişmeleri izaha:
“Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına” (Rıza Tevfik)
Yahu Kılıçdaroğlu’nun ayağı altında ezilmektense Bahçeli ile yanyana dursaydınız daha iyi olmaz mı idi. Vatandaş böyle soruyor galiba. Seksen ihtilalinden sonra rahmetli Hasan Celal Güzel bize geldi: ‘Selametçiler ANAP Kırıkkale teşkilatını siz kurun’ dedi. ‘Olmaz Hasan abi, biz utanırız ar ederiz, millet bize ne der?’ diyerek ve reddetmiştik.
Tabi ki olaylara utanma ar etme gibi noktaların ötesinden de bakmak lazım. Amerika Mısır’da Mursi’nin elinden nasıl aldılar yönetimi. Hep beraber gördük. Yüz yıllık İhvanın emeğini karıncanın yüz yılda biriktirdiğini filin bir hüplemesiyle aldılar götürdüler. Türkiye’de E Muhtıra ile kaçırdılar bu fırsatı. Şimdi dizlerine vuruyorlar. Filler de hüpleyemeyince iyice şaşırdılar. 15 Temmuz’da millet onları hüpledi. Şaşırdılar ne yapacaklarını muhafazakarı, ataisti, solcuyu, komünisti, PKK lıyı, körü şaşıyı velhasıl ne varsa kullanmak istiyorlar. Asıl bakılması gereken bu büyük resim değil mi?
Abdülhamid’i götürüken de Sarıklıyı, sakallıyı, itihatçıyı, Ermeniyi, Rumu, Yahudiyi bir araya getirerek güç birliği yapmadılar mı? Mazallah Tayyib Erdoğan’ı da ayni minval üzere kaptırısak bunlara bize ne kalır geri de, Riza Tevfik gibi ağlamaktan ve pişmanname yazmaktan başka. …
“Tarihler adını andığı zaman
Sana hak verecek ey koca sultan
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına
Padişah hem zalim hem deli dedik
İhtilale kıyam etmeli dedik
Şeytan ne dedi ise biz beli dekik
Çalıştık fitnenin intibahına
Deli sen değil meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz
Sade deli değil edepsizmişiz
Tükürdük atalar kıblegahına…”(Rıza Tevfik)
Şu Yavaş işine de bir bakmamız gerekirse; O da aynı ülkücü giyisisi içerisinde kendini kıymetlendirdi. Sonra oda kırdı. MHP den önce bir ilçe Belediye başkanı oldu ve merkez karar organında da görev aldı galiba. Daha sonra Büyükşehir başkan adayı oldu MHP takribi ( oy aldı. Devlet Bahçeli’yi CHP ye yaklaşmakla suçladı ve daha da kırdı. Sonrasında CHP ye geçti Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu ve kaybetti. CHP den istifa etti bekledi. Akşener’in adayı olacakken tekrar CHP den belediye başkan adayı oldu. Akşener CHP ittifakı kuruldu sanırım gizli ittifak ile HDP de destekleyecek herhalde. Peki buna ne demeli. Dava aşkı mı, makam hırsı mı? Yoksa bu da bir proje mi? 15 yıldır o partiden bu partiye dolaşıp duruyor ve kamuoyunu meşgul ediyor. Allah ıslah eylesin kendisini. Yerde süründürdüğü ülkücülüğün yanında bir de ülkücülerden oy istiyor. Bu nasıl ahlak ya Rabbi, bu nasıl arsızlık bize ters geliyor. İmkan olsa da böyle olaylar için sanal bir başkanlık icat edilse bir makam arabası ve bir de kapısını açacak koruma verilse de bunlarla oyalanmaları sağlansa ve ümmet bunların elinden ve zararından koruyabilinse. Bu durumdan da Kılıçdaroğlu’ndan da 31 martta millette CHP de kurtulacak göreceğiz.
Ne oluyor bu çocuklara geliştiği semrildiği ocaklardaki fikriyata muhalif oluyorlar. Üzülüyorum bir taraftan da. Geçenlerde Ahmet Hakan’ı izledim televizyonda o da benzer biçimde şeytana ters giydiriyordu külahını. Kanal 7 nin kaderinde mi var yetiştiriyor sonrasında kimi kısa donlu Bodrum tatili, kimi türkücü kimi şarkıcı hevesine kapılıyorlar. Güya ‘Haseki değiştirilecekmiş’ adaylıktan. Sanırım şeytan börüne dürterek: ‘Ula Ahmet nereden uydurdun bunu daha ben bile uydurmadım, daha bana bile böyle bir görev verilmedi ne oluyor geçtin beni’ mi dedi acaba. Aklınca akıllılık yapıyor ve 60 milyonu incitiyor ve üzüyor. Kılıçdaroğluna dirsek çıkarak. Selahaddin’e de saz çaldırmadımıydı hatırlayalım. bunu şöyle mi tercüme etsek; ‘Yalanını kendi yapar ve inanır milletin aklıyla da alay eder’. ‘Haseki değiştirilecekmiş’ diyerek bunu haber yapmak İblisçe bir tavır ve garezkarlıktır. Ne gazetecilikle ne habercilikle bir ilgisi olamaz olsa olsa tarif edilemez büyük bir düşmanlıktır, kindir nefrettir ve büyük bir kitleye saygısızlıktır. Bu konu düzeltilmeli ve 60 milyon dan özür dilenmelidir. Niye gidip Haseki’den aslını sormadan teyid edilmeden tartışmaya açılıyor? ‘Haseki değiştirilecekmiş’ İblis kurnazlığının anlaşılması için eskilerin anlattığı bir masalı aktarayım da gülüverin bari; Eski köyodalarında: ‘O yalan bu yalan, karıncaya yedi yerden vurdum palan, karıncanın üzerine bindim deveyi kucağıma aldım bu da mı yalan’ masalı daha ciddiye alınır sanırım. Teyö pehlivanı geçtiler ne deyim. Allah ıslah eylesin bunları.
İsmet Hacı Salihoğlu’nun da bir sitemini dinlemiştim geçmişte benzer durumlar için diyordu ki: ‘Bizim kümeste semrilenler gidip başkaalarının kümesine yumurta bırakırlar’. Diyebilirsiniz ki Salih Kurnaz ohoh senin dediğin davranışlar değişti... Bana göre değişmedi biz böyle kalalım inşallah.
Ülkücü camia bunca darbelerde bedel ödedi; işkence gördü, eziyet çekti, şehid verdi. Akılalmaz uygulamalara göğüs gerdi. Bir tek dönek çıkmadı. Bu döneklik sonradan icat oldu. Oylarda da döneklik istiyorlar. Bu camia oylarda da dönekliği kabul etmeyecektir diye düşünüyorum.
ÜMMETİN KALASINI KENDİ TOPUYLA VURUYORLAR
(Selametçilerin yerde sürünüşü)
“Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına” (Rıza Tevfik)
Osman Yurtoğlu ağabey derdiki: ‘Karıncanın bir yılda biriktirdiğini fil bir hüplemede götürür’. Bu arsız filler bırakın bir yılda birikeni, bir asırda biriktirdiğimizi götürmek istiyorlar. Bunu da içimizden yetişen makam mevki verdiğimiz insanların zaaflarından istifadeyle sağlamaya çalışıyorlar:
Amerika’nın ve yerli işbirlikçilerinin üzerimizde oynadıkları oyunlara şöyle bir göz attığımızda neler oldu neler; İlk kıvılcım galiba anlatmaya bile değer bulmadığım Mumcu olayı. Kırk küsur kişi ile parti kurdurdular. Genel kurulda nitelikli çoğunluk oluşmasın diye vekilleri bir ağıla doldurur gibi önünde bekçilik yaptılar. Ümmet beyden daha ayrıntılı dinlenilebilir bu konu.
“Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığı konusu tekrara değer bir konudur. Tayyip beyin ‘İşte Abdullah kardeşimiz’ diyerek ilan edildiğinde oradaydım ve ağladım. Kendi kendime dedim ki: ‘Salih Kurnaz senin göreceğin mürüvvet budur. Zira Tayyip bey Başbakan, Bülent Arınç Meclis Başkanı, Abdullah bey Cumhurbaşkanı, Kabinenin yüzde sekseni vekillerin yüzde yetmişi ehli selat. Said Nursi için derler ki, Mustafa Kemal kendisini mebus yapmak için Ankara’ya davet etmiş o da gelmiş ve o öve öve bitiremediğimiz Lozan antlaşmasını onaylamayan birinci Meclise bakmış; yarısı sakallı ve sarıklı olan birinci Meclisin yarısı terki selat. Bir beyanname yayınlayarak Memleketine dönmüş ve mebusluğu kabul etmemiş. İşte yaşasaydı bu mecliste vekillik yapardı demek istedim. Kendi kendime daha ne istiyorsun. Bir ömür verdiğin mücadelenin semeresini görüyorsun işte dedim. Anadolu da oğlunun evlendiren kızını gelin eden için mürüvvetini gördü derler. Bizim ki ise bunlara ilaveten ve asıl mürüvvet anlattıklarımdır.
Deniz Baykal cumhurbaşkanlığı adaylığı için Abdullah Gül’e kükrüyordu: ‘Olamazsın kardeşim olamazsın! …’ diyerek. Genelkurmay başkanı Anıt paşa Cumhurbaşkanı sözde değil özde olmalı …’ diyordu. Abdüllatif vekil adayı olmuyordu, duyduğumuz doğru ise kendisini birifinge davet etmişler dinlemiş. Arkadaşları niye aday olmadığını sorduğunda: ‘Ne adaylığı be kardeşim! Adamlar elli yılı planlamışlar’ … demiş. O zaman cumhurbaşkanlığı tiyosunu da aldı diyenler de vardı galiba.
Nitelikli çoğunluk iddiası kısa mesafe karı solcu bir eski savcının ihtirasının mahkemelerce de onaylanması üzerine Cumhurbaşkanı Meclisce seçilememişti. Akabinde genel seçime gidiliyor ve yine dumandan karaboya solcu tuzağı nitelikli çoğunluk elde edilemiyor. Ama Bahçeli’nin mertliği ile nitelikli çoğunluk sağlanıyor ve Cumhurbaşkanı Gül olarak seçiliyor. Hengame bu sayede aşılmış oluyordu. Hatta ileriki zamanlarda ve Kayseri’de Tayyip Erdoğan ve Bahçeli’nin de katıldığı bir mitinge Abdullah Gül’ün gelmemesine sitem etmişti Bahçeli.
Dedimya bu parşömen karton solcular, ne yaptılarsa ne söyledilerse görünürde lehlerine olana olaylar netice itibariyle aleyhlerine oluştu. Şöyle ki; Tayyip Erdoğan’ı İstanbul Başkanlığından hapse götürenlerin ayağına bu dolaştı kendisi halk kahramanı oldu. Karton solcuların birinci icadı idi bu.
Muhtar bile olamaz manşetini çektirenler millet vekili adayı yaptırmayanlar. Vekil adayı bile olamadan halk kahramanının partisini iktidar yaptı. Bu da parşömen solcuların ikinci marifeti idi.
Tayyip beyi kabine dışında kalıp dahada kahraman olur korkusuyla kabineye girip yıpranmasını bekler halde seçimleri ettirip Siirtten milletvekili seçilmesine önayak olan solcuların planları ayaklarına dolaştı bu da üçüncü marifetleriydi.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde nitelikli çoğunluk teamülünü bozduran solcuların ayağına bu defa da kendi planları dolaştı. Bu sorun çözülmeliydi başkanı halk seçmeliydi. Bu şekilde düzenlenen kanun yasalaştı hatta halk oylamasıyla perçinlendi. Bu başkanlık yolunun açılmasının müsebbibi de solculardı. Bu da diğer bir marifetleriydi.
Ancak bu yasayı Anayasa Mahkemesine götürdüler solcular. Bu nokta da ‘ümmetin kalasını kendi topuyla vurmaya başlamaları’nın ilk işaret fişeği görülmeye başladı. Dişime ilk taşın değdiği dediğim olay bundan sonra oluştu. Anayasa Mahkemesi başkanının bir köylü tabiriyle ‘zelve kırması’ diğer bir söyleyişle ‘Kılıç’ın Kılıçdaroğlu’ olmaya başlaması emareleri de bundan sonra başladı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ile yasalaşan kanunun bir maddesini Anayasa Mahkemesi iptal etti. O da şudur; Meclisce seçilen ve yedi yıl görev yapan Cumhurbaşkanlarının da aday olamayacağı maddeyi iptal ederek, Demirel’in, Sezer’in, Gül’ün v.s. tekrar aday olması sağlanmış oluyordu. Böyle bu bir solcu aklıydı ama ayaklarına dolaşacak sonrasında çocuk gibi ağlamaya başlayacaklar ve mızıkçılıklarını devam ettireceklerdi. Bu da bir diğer diğer marifetleriydi parşömenlerin.
Bu hesap büyük hesaptı. İlk önce AK PARTİ nin içine rekabet sokulmak isteniyordu. Allahualem bundan Haşim ve Gül beylerin mutabakatının üstüne açıkgöz solcu ve sair etkenleri de ekleybiliriz. Gül’ün tekrar aday olmasının yasal ortamının hazırlanması ile, o olmazsa Haşim Kılıç kendisine pay düşeceğini de hedeflemiş olabilir.
Zaten zamanı geldi seçim yapıldı. Gül’ün aday olma ortamı oluşmadı. Ekmelettin İhsanoğlu etrafın daki bütünleşme de netice vermedi. Solcuların bu Ekmelettin işi ilk kendilerini inkar etmeleri idi. Kişilik ve şahsiyet ve solculuk ahlakı tartışılmaya başlandı. Bu kendilerine çok pahalıya maloldu ve de olacaktır. 31 Mart’tan sonra bunun aksiyonunu hepberaber göreceğiz. O okumuşu, Profesörü, Doçenti, büyük adamının çok olduğunu sandığımız solun hiçbir şey olmadığı ortaya çıkmış oldu. Bunun bedelini daha da ağır ödeyecekler hepberaber göreceğiz.
Babam rahmetli;
‘Elin ballı böreğinden benim tarhanam iyi,
elin köşkü sarayından benim barakahanen iyi’ derdi.
Solcuların bir köylü olan babam kadar akılları yokmuş meğer. Bu da bir bir başka başka marifetleriydi.
Ama asıl emare bizim camiamızı ilgilendirdiği şekliye bu yasadaki değişiklikle ‘AKParti içinde rekabet ve nifak’ isteniyordu. Cumhurbaşkanlığı devir tesliminin akabinde baş gösterdi. Eğer yanlış anlamış isem özürüm peşin olsun; Abdullah Gül’ün hanımı: ‘Bundan sonra asıl intifadayı ben başlatacağım’ veya meali buna denk gelebilecek ifadeler kullandığını sanıyorum. Arşivlerde varsa doğrulanabilir. Değilse özrüm peşin oldu zaten. Camiamız bunu sorgulamadı, sorgulanmalıydı. Bu acemice bir tepkimiydi, nefse zor gelmenin yansımasımıydı neyse tarih çözecek bir gün varsa bunu.
Bu Amerika ne doyumsuz bir emperyalist. Bir İsrail için onun güvenliği için başta Ortadoğu olmak üzere bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Malumlarınız olmak üzere Yahudiler Medine ve civarında Hayber ve Fedek’te yaşıyorlardı. Efendimiz ile de Hicretinin ilk zamanlarında Medine sözleşmesi imzalamışlardı. Sonradan Mekke müşrikleri ile anklaşarak bu sözleşmeyi tek tarflı bozdular. Peygamber Efendimiz Beni Nadir, Kurayza, Kaynuka ve Hayber ve Fedek Yahudilerini Medine’den sürdü. Dünyaya dağıldılar bir kısmı Halifeler döneminde ikmal olmuş olabilir. Bu yahudiler İsrail Devletini kuruncaya kadar yurt edinemediler. Edinince de dünyanın başbelası oldular ve olmayada devam ettiler. Akıbetlerinin de Lanetli bir toplum olarak yaklaştığı görülür gibi.
Olmadık oyun kurdular. Ayakkabı kutularının içine paramı koymadılar, Pensilvanya’nın iç uzantıları marifetiyle. Bilindiği üzere MHP nin on genel başkan yardımcısının mahremine ve Deniz Baykalın da mahremine bu iç uzantılar marifetiyle girmişler ve gerçekleştirmişlerdi. Gezi olaylarının amaçlarının ağaç olmadı ve bunların marifeti olduğunu zaten herkes anlamış durumdadır. Hatta bu gezi olaylarında camia içerisine ihtilafımsı sızıntıların emarelerinin ilk işaretleri görülmüş ve bu tezgahları kuranları da hırslandırmıştı kendi lehlerine.
Sayılagelen bu tezgahların Amerika ile yerli işbirliği içerisindeki finali 15 Temmuz idi. Öncesini hatırlayın atılan tivitleri, darbe emarelerini, kimisi kendini başbakan kimsi bakan v.s. ilan ediyordu. Çok heveslendiler gelin güve oldular ellerini ovuşturdular, ülkeyi bölüp Türkiye’yi yedi bölgeden beşe indirecekleri gibi hayaller kuranlar, darbeyi takım elbiseli kıravatlı göreve çağrılmak aceleciliğiyle bekleyenleri herkes gördü ve izledi.
Amerikalı emperyalistler, Avrupa birliği ülkeleri, PKK ya destek ve hükümetimize ve devletimize düşman kesildiler. Bu arada solcular da başkası kalmayınca ve de kendilerinkileriyle güvey olamayacaklarını anladılar ve elinkileriyle bu işi yapmaya karar verdiler. Ekmelttin ile başlayan solcu partiye sağcı ve milliyetçi aday gösterme, belediye de yine solcu yerine kaim olmak üzere Yavaşı aday gösterdiler ve kaybettiler. Cepheyi daha da genişlettiler olmazları oldurdular ve dudak uçuklatacak şekilde Saadeti de yanlarına çektiler. Ümmetin toplarıyla ümmetin kalelerini vurmaya başladılar. Abdüllatif’i vekil adayı yaptılar. Sadet adaylarını listelerine aldılar. Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı yapmaya çalıştılar. Hesap bozulunca herkese aday çıkarttırıp seçimi ikinci tura bıraktırma taktiğini kullandılar. Daha neler neler, ihanet mi, gaflet mi, hırs mı ne dersen de bu olaylara.
Bu arada bizim Temel’e ne demeli; sakalı gözüne ekilesice mi demeli yoksa dememeli mi bu işte kendisini katalizör olarak kullandılar. Oraya koştular, buraya koştular, kaldırmadık kaya altı birakmadılar, çalmadık kapı bırakmadılar sütlüyü sütsüzü sakallıyı dindarı ateisti emperyalisti solcuyu Amerikancıyı Pensilvanyalıyı ne varsa biraraya getirmeye çalıştılar. Küçük büyük ne kadar parti varsa Tayyip bey karşısına diktiler. İstemezük dediler. Netice hüsran ile sonuçlandı. Bu arada böylece Sadeti de Türkiye genelinde gerilettiler hacıl düşürdüler.
Bir hatıramı anlatayım; Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ulusta heykelin altinda kaldırıma kurulmuş Saadetin standına yani çadırına vardım. Sakallı görünce buyur hacıemmi diye iltifat ettiler. ‘CHP ye kaydolmak için geldiğimi söyledim. Yanlış gelmişssin burası Saadet dediler. Yok evlat bilerek geldim onların çadırı yok siz kaydedin onlara gönderin farkınız kalmadı zaten’ dedim. Bana ittifakı niçin yaptıklarını izah etmeye çalışmak istediler: Susun dedim ve Selametin Kırıkkale başkanlığını ve Refah’ın il müfettişliğini yaptığımı ve kırk yılımı verdim dedikten sonra üç kere ‘Allah’tan korkun Peygamberden utanın!’ cümlesini tekrarladım ve ayrıldım.
Bakıldığında bu yerel seçimlerde de aynı taktik devam ediyor; Cumhurbaşkanının ifadesi ile açık ve örtülü olark CHP, İP, Saadet ve HDP ittifak yapıyorlarmış zaten de açıkladılar hangi parti hangi illerde aday göstermeyip ortak adayı destekleyeceklerini. Mesela HDP Istanbul, Ankara, Adana v.s gibi illerde aday göstermeyeceğini ve Cumhur ittifakının karşısındaki adaya oy vereceklerini açıkladılar.
Ama bu konudaki öngörümü söyliyeyim; bir kavle göre 31 Marttan sonra CHP ve İP de büyük kavgalar ve dağılmalar olacak. Herkes şimdiden gideceği yerini hazırlasın derim.
Abdullah Gül’ün yine akıldaneliğe soyunduğunu görüyoruz. Kemal bey ile görüştüğünü ve önerilerini bildirdiğini görüyoruz. Abdullah Gül, Abdüllatif, Temel Karamollaoğlu ve diğer bu kombinazonda yer alan ve almaya çalışan insanlara sesleniyorum. Siz karşı taraf ile birlikte olunca ne kazanıyorsunuz? Hiç. Abdüllatif dek dursaydı her zaman milletvekili olurdu. Diğerleri de isteselerdi bu günkü konumlarının üstünde itibar görürlerdi. Ama bu gidişle iyi anılmayacaklar tarih kitaplarının sayfalarında ve milletin gönlünde. İnşallah hırs olsun, intikam olsun, çekememezli olsun, kıskanma olsun, hatta mahremlerine girilmenin korkusu olsun bunlara belki katlanılır. Olsun insan hali hepimiz için beşer şaşar denir geçilir. Amma proje olmasın. Hele davadan kırma hiç olmasın buna çok üzülürüm. Proje ise yandı keten helva. Tayyib’in yanında dursanız Allah’ın rızasını ve ümmetin gönlünü kazanırsınız. İnsan Kılıçdaroğlu’nun safında yer almayı yeğler mi? Muhalif televizyonlarda ahkam kesmeniz bir para etmez eteğinizdeki taşı dökün. Derhal Abdüllatif CHP den istifa etmeli ve Gül ile Karamollaoğlu ile bir deklerasyon yayınlamalı Tayyip Erdoğan’ın dolayısıyla dünya ümmetini mazlumların arkasında olduğunuzu deklere etmeliler aksi takdirde kötü anılır devşlirdiğini dökmüş olursunuz. Rıza tevfik’in Abdülhamid’in düşürülmesiyle ilgili şiirini bir daha hatırlatıyorum:
“Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına” (Rıza Tevfik)
Pek takip edemedim ama Saadet ne yapıyor bu günlerde. Temel beyde alrını ıslatan veya suç işleyen çocuğun sessizliğini görüyorum. Bir kabahat mi işledi veya işlemek üzere mi? Her yerden mi aday koyuyorlar yoksa hiçbir yerden mi veyahut anlaştıkları yerlerden mi? Yoksa O da Akşener gibi ikamet ettiğim ilçede oyumu CHP ye verceğim mi dedi yoksa. İnşallah öyle değildir.
Okçular tepesini terkedenler kıyamete kadar konuşulacak: Bazı arkadaşları uyarıyorum; makama gelmek isteyipte gelemeyenleri, makamda iken dinlendirilenleri, aday olupta Milletvekili ve Belediye başkan adayı olamayanları, oğluna iş kızına koca bulunmayanları veya kendince arpa ekmeğini bahane edenleri ve akrabalarını da bu yönde yönlendirmek isteyenleri vs. vs. yanlış yapıpta ümmetin kazanımlarını CHP ve HDP eliyle heder ettirmemelerini büyük resme bakmaları gerektiğini, Mısırdaki Muhammed Mursi’nin akıbetini gözünene alsınlar. Eyvah para etmez. Yolunur başörtünüz başınızdan, Pensilvanya ile girilir işbirliğine Amerikanın güdümünde onlar affedilir hapisten çıkarılır yerlerine sizler konursunuz. Yerli ve uluslarası Haber ajansları tek kelime söylemez. Yerli ve yabancı basın ve Televizyonlar güllük gülüstanlık gösterirler. Ülkeyi bölerler, Güneydoğu’yu elden çıkarırlar, ortalığı talan ederler. Aracı burnunuza tüter Nuh’un tufanından sonra Kabe’nin yerindeki kırmızı toprak tümseğe gelip sığınan mazlumların sığındığı gibi bir sığınacak yer de bulamayız. Aklınızı başınıza alın. Domates soğan hesabı yapmanın zamanı değil. İsimde vereyim, galiba Gürsel efendi demedi mi ‘Gelirsek ilk olarak o basını kapatacağız!’ diye. Bankaları boşaltırlar ülkeyi fakir bırakırlar gibi maddi kaygıları söylemek bile istemiyorum. Onların işi zaten bu. Gördük şahit olduk. Okçular tepesini terk edenler kıyamete kadar konuşulacaktır……
SOLCULAR AMERİKANCIYMIŞ MEĞER
(Başları öne eğik solcular)
“Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına” (Rıza Tevfik)
Fakir Baykurt’un Irazca karının dirliğine kadar okuduk şu solcular ne demek istiyor anlayalım diye. Bizim gençlik yıllarımızdaki solcular Amerikan karşıtı sanılırdı. Ülkemiz limanına gelen kaçıncı filoyu yuhalamış taşlamışlardı da. Mahzuni bile türküsünde ‘Amerika katil katil’ diyordu. Solcuları Rusçu, Çinci, Maocu sanırdık. Emekten yana sermayenin karşısında bilirdik. Kominizmi Türkiye’ye getirecekler diye tedbirler bile almaya çalışırdık kendimizce. Malumlarınız olduğu üzere İran’da bir zamanlar kadını toplumun ortak malı olarak gören MAZDEKİ düşüncesi hakimdi. Bizde Kominizimi böyle bilirdik. Hatta anadolu da kominizmi tarif ederken ‘şapkanı kapıya tak gir içeri’ gibi tarif ederlerdi. Hatta solculuk için fakirden fukaradan ve mazlumlardan yana olmak demektir solculuk diyenler de vardı.
Ayrıca Devleti uzun süre elinde bulundurdukları için muttaki muhafazakar ve dindar Müslümanların sistemin ve solculuğun şerrinden emin olamadığından geride durduğunu etliye sütlüye karışmaktan korktuğunu ve Okulun yükseğine gidemediklerini de söylerler. Bundan dolayı da okulun yükseğini sistemle özdeşleşmiş kişilerin ve çocuklarının okuduğunu ve devletin üst kademelerinin de bu tip insanlarla doldurulduğunu en küçük memurun bile solcu mantalitesinde olması lazım geldiğini anlatırlar. Okumanın solcuların hakkı olduğunu sistemin bir özdeşi olduğunu da söylerler. Böyle olunca da en çok okumuşu olanın sol firaksiyonda olduğu genel kanati yaygındı sanki. Böyle bir sol elitist oluştuğu için devletin kaymağını da bunların yediğini ve toplumun fakirleştirldiği de söylenir. Yüksek okuyanlarında mutlak dindışı ateist olması lazım geldiği fikri ağırlıklı bir görüştü sanki. İçkiyi onlar içer, onların masaları süslenir, kumarı onlar oynar, kulüpler o elitler içindi ve her türlü halk nezdindeki kötülüğü işlemeye onların meyyal olduğu görüşü de göz ardı edilmeyenlerdendi sanki. İşte solcu elitlerin bu gün hazmedemedikleri ve topluma üstten bakan mantığın böylece tek taraflı bir yapı tarafından oluşturulduğu ve halkın kendilerine hizmet etmek gibi bir yükümlülüğünün de böylece oluştuğu fikri gözlemler arasındadır. Bundan dolayı sol manatalite kendilerinin aydın olduklarını ne kadar din dışı olunursa o kadar elit olunur görüşünden dolayı oylarının bile yoğunluğuk katsayısının yüksek olması gerektiğini bu günde savunmalarının dayanağının o yılların ürünü olduğu bu günde yaygın bir kanaattir. Bu mantıktan dolayı 1946 seçimlerinde CHP nin bir oyu Demokratların 10 oyuna bedel hesap edildiği tarihi süreçten öğrenilmektedir. Daha sonraki yıllarda Demokrat oyların menşeini; yakası kirli, şapkalı, ayağı çarıklı poturlu, çarşıda pazarda omuzunda heybe, elinde dürüm yiyerek gezinen köylülerin olduğu görüşü bu günde modern versiyonları ile ortaya çıkmaktadır.
1960 lı yıllardan sonra sinmiş büyük kitlenin çocuklareının da artık yüksek okumaya başlaması işine ve okuluna derslerine dikkat etmesi haşarı solcu çocukları gibi aymazlık yapmaya ne zamanları ne de aile bütçeleri elveriyordu. Kısa zamanda hedefe ulaşmak istiyorlardı yetmişli yıllarda denge sağlanmaya başlayınca bunların yolunu kesmek için okullarda anarşi, yurtlardan faydalanmanın kısıtlanması ve benzer engellere rağmen bu gelişimi engelleyemediler. Sonra sağcıların oyunu alıp sisteme ve solculara hizmet eden bir yönetim modeli oluşturmaya başladılar. Bir bilgi var hafızamda sanki Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürlüğü Demirel’in örflü Bakanı İsmet abileri zamanına rastlıyor galiba. Zira o da Tuncelili ve aydına yerleşmiş biri derlerdi. Araştırıp bakmak lazım.
Yetmişli yılların genci ve gençlik başkanı olarak ve aynı zamanda bir işçi sendikasının da yönetim kurulu ve daha sonra selametin Kırıkkale İlçe başkanı olduğum dönemlerde bu solcu gençlerin ne bir Zenginin işyerini bastıklarını ve ne bir sermayeyi yok ettiklerini ne de sisteme karşı durduklarını gördük. Aksine bunlarla içiçe ve koyun koyuna da olduklarını sezinlerdik. Neyse bu diyalektikleri bir başka yazı da ele alabiliriz. Konumuza dönecek olursak;
İşte yukarıda kısaca saydığım şartlardan sonra aydını okumuşu yetişkini görgülüsü yöneticisi bol bir solculuk var sanılıyordu. Meğer bu boş bir görüntüden ibaretmiş. Solcular meğer has Amerikancı imişler de kamuflaj yaptıkları için o zaman tam farkedilememişler ve kendilerini yutturup gitmişler uzun süre.
Sonraki yıllarda kamuflaj yapamayacak kadar şaşkına döndüler kafaları döndü. Halkla bütünleşemediler. Oysa halkçı gibi görünüyorlardı. Partilerinin adı Halk veya Halkçı parti idi. 1946 seçimlerinden beri halk oyu ile iktidara gelemedikleri için Devletin Kurumsal Halk Partisi zihniyetinden yararlanarak uzun yıllar etkinliklerini sürdürdüler. Zira daraldıkları zaman Amerikanın ‘Bizim çocuklar ‘ dediği silahlı gücü harekete geçirerek darbe yapılıyor ve ülke yönetimi fiilende ellerine veriliyordu. Altmış darbesini, yetmişli yılların muhtıralarını ve seksen darbesini v.s v.s. kısmen yukarıda anlattık.
Son olarak Amerikan destekli ve sol işbirlikçiler ve de Pensilvanyalıların ve de milliyetçi muhafazakar kitleden ayarttıkları güçlerle yaptırdıkları darbe teşebbüsünün milletçe tüm dünyanın darbe, halk ayaklanması teorilerini, manifestolarını, tüzük ve yönetmeliklerinin çöpe atılmasını sağlanması sonucu en son yalancı memeleri de ellerinden alınmış olunca çok çaresiz kaldılar. Halk ile bütünleşmeyi, halkın manevi değerlerine ve tüm kıymetlerine sarılmaları yine akıllarına gelmedi.
Buna mukabil lazın dediği daktik/takdik değiştirmeye karar verdiler. Deniz Baykal’ı alaşşağı edip yerine değişmez oy deposu saydıkları bir kitlenin dinamiğinin üzerine bina edilen bir siyasi temsil yoluna gittiler. Şimdi sıra geldi bu dinamik yapının üzerine yalandan muhafazakar ve yalanadan milliyetçi v.s gözükerek devşirecekleri oyları bunun üzerine ekleme uygulamalarına;
Bunun ilk emaresi ve uygulaması milliyetçi ve ülkücü camiadan Yavaş’ın makam hırsı ve zaafiyetini kullanarak Ankara’ya Belediye Başkan adayı yapmaya, Muhafazakar mütedeyyin lerden de Abdüllatif’e Cumhurbaşkanlığı sinyalleri vererek ayartma yollarına gittiler. Hele Yavaş işi solculuğun Türkiyede ve Kurumsal solcular arasında sorgulanmaya başlamasını getirdi. Solcu ahlakı ve gelenekleri soruşturulmaya başlandı. Kendi yetişkinlerinin aşağılandığı tezi ön plana çıktı. Bizim adamımız hele hele yetişkinimiz yok mu demeye getiriyorlardı sözü. Bu olay solcuların üzerinden o kahramanlık ve de büyüklük örtüsünü ve de şalını kaldırdı ve gerçek yüzlerinin halk tarafından görülmesini sağladı.
Bu metoda karar verilmişti bir kere, insiyatif kendilerinde değildi. İnsiyatif Baykal’ı götürenlerin elindeydi. Öyle solculukmuş, utanmaymış, ar etmeymiş şimdi bunları düşünecek zaman değildi artık ok yaydan çıkmıştı. Kendi tabanlarını da ister istemez bu akıbete razı ettiler veya gönüllü gönülsüz razıymış görüntüsü vermeyi başarmış gözüküyorlardı şimdilik.
Ekmelettin faciası solcuları; ‘başları öne eğik solcular’ haline dönüştürdü adeta. Bakmayın öyle televizyonlarda siyasi kimliği olmasa bile gazeteci kimliği ile piyasaya sürülen onlardan yani siyasi solculardan daha pişkin ve gayretkeş açık oturum savunucularına. Onlarında içi kan ağlıyordu ama ne yazık ki çaresizliklerine pişkinlikleri ve de arsızlıkları baskın çıktı.
Kimler Tayyip Erdoğan’ın Abdülhamidvari halledilmesine destek çıkmadı ki; Amerika, Avrupa Birliği devletleri, PKK, Pensilvanya, Deaş, PYD, YPK gibi dışgüçler ve yerli işbirlikçisi siyasi ve gayrisiyası yapılar.
Başkanlık sistemi için yapılan halkoylamasında kimler biraraya gelmedi ki; HDP, CHP, İP ve de SAADET. En çok kanıma dokunan da bu değilmi ya. Hele hele otuzbin kişinin katili PKK nın savunucusu sazcı Selahattin’i boynunda poşusuyla televizyona çıkararak şirinleştirmeye çalışan Ahmed efendi. Bu da zoruma gidenlerden. Omuzumuzla Ahılı tepelerine direk çekerek ve dar bütçemizden katkıda bulunarak yayına soktuğumuz Kanal 7 de semrilmesinden dolayı.
Cumhur ittifakının karşısına da aynı ekip aynı yolla dikilmedi mi? Bizim Temel Efendi Abdullah Gül’ün müşterek adaylığı için katalizör görevi yürütmedi mi? Kılıçdaroğlunu ve Akşener’i bilgilendirme ziyaretlerinde veya iadei ziyaretlerinde pişkin pişkin demokrasiden dem vurmadılar mı?
Bu solculuk Amerikancılıkmış meğer. Bu solcular Amerkancıymış meğer. Baksanıza Amerikan Büyükelçisi ile kuzu sarmasındalar. Aralarından su sızmıyor. Ellerinde tencere tava hazır kıta bekliyorlar gibi sanki. Amerikan elçisi bunlara ne ham hayal kurduruyor kim bilir. Onunla avunup onunla sevinip mutlu oluyorlar galiba.
Biz solculardan şunu bekliyorduk; kendi fikirlerini, kendis insanından kendi adaylarını çıkararak savunurlar. Mert olurlar, ciddi olurlar bunu bekliyorduk. Devşirme askerinen, devşirmelerinen halkın karşısına çıkmalarına ar edeceklerini onur meselesi yapacaklarını sanıyorduk. Beyhude ummuşuz bunları. En çok neye gülüyorum inanın; Şu televizyonlarda gazeteci kılıklı bazı sol temsilcilerinin devamlı Yavaşı, Abdüllatifi, Abdullah Gülü, Temel Karamollaoğlunu Sadeti, vs. vs. konuşmaları gündemde tutmaaları onlardan medet ummaları çaplarını öyle küçültüyor ki değme gitsin. Evlere şenlik orta oyunu ne desem ki bunları tarif için kelime bulamıyorum.
Sözlerimi yukarıya aldığım her şeyden, döneklikten ve döneklerden medet umdukları gibi oylarında döneğinden medet ummalarını ifade eden cümleler ile bitiriyorum; dindar muhafazakar kesim ve Ülkücü camia bunca darbelerde bedel ödedi; işkence gördü, eziyet çekti, şehid verdi. Akılalmaz uygulamalara göğüs gerdi. Bir tek dönek çıkmadı. Bu döneklik sonradan icat oldu. Oylarda da döneklik istiyorlar. Bu camialar oylarda da dönekliği kabul etmeyecektir diye düşünüyorum…
Yorum Yazın