Temelinde ahlakı ıslah etme, nefsi terbiye etme ve ilahî aşkın derinlemesine yaşanması olan tasavvufun ırkçılık, mezhepçilik, mal-makam sevgisi gibi dünya zevklerinden arınarak Allah'ın rızasını kazanmayı hedefleyen bir yol olduğunu düşünenlerdenim.
Ancak, bu yüksek idealleri taşıyan anlayışın zamanla değişip bozulduğu ve asli yönünün kaybolduğu da bir gerçektir. Günümüzde, birçok yapının maneviyattan ziyade siyasallaşma, ekonomik çıkarlar ve popülizm gibi çeşitli problemleri olduğu görülmektedir.
Kur’an ve Sünnette yer alan emirlerin bir derinlik boyutuyla yaşanmasını hedefleyen tasavvuf düşüncesinin Peygamber Efendimiz’ in (s.a.v.) söz ve davranışlarında, ashabıyla kurduğu samimi manevî bağın özü olduğunu söyleyenlerimiz çoktur. Şahsen böyle bir yapının içerisinde bulunamasam da hedefi insanın iç dünyasını Allah'ın rızasına uygun şekilde düzene sokmak olan tasavvufa sıcak baktığımızı ifade edelim.
Bildiğiniz üzere dinimizde sorgulamak, akıl ve vahiy arasında denge kurmak esastır. Kur’an’ın çizdiği ışıkta, “Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya düşmeyin” (Ali İmran, 103) emrini bildikleri halde bazen ayrışma ve çatışma sebebi olabiliyorlar. İslam'ı birleştirici bir çatı altında toplama görevini üstlenmesi gereken bu yapıların çoğunlukla kısır çekilmelerle güç savaşlarının merkezi olduklarına şahit oluyoruz.
Sosyal hayatta, tasavvufun özü olan tevazu, yardımlaşma ve hoşgörü yerine; kimi zaman statü yarışı, çıkar odaklı hareketler ve şatafatın öne çıktığı görülmektedir. Liderlerinin ekonomik imkânlarını öne çıkardığı, lüks içinde yaşayarak sevenlerinden kopuk bir hayat sürdükleri eleştirilere konu olmaktadır.
Tasavvufun insanların manevî buhranlarını giderme noktasındaki katkısı şüphesiz inkâr edilemez. Ancak, bugün içinde bulundukları durum, toplumu maneviyatın derinliklerine çekmek yerine yüzeysel bir dini anlayışa sürüklediği de gerçektir.
Bugün gördüğüm kadarıyla mensupları nefsi terbiye ve ahlaki yükseltmeden çok, grup kimliğine olan aidiyetle yetinmektedir. Bunun sonucunda, toplumsal yozlaşmayı tetikleyen tutumlar göstermektedir.
Tasavvuf eğitiminde, Kur’an’ın ve Sünnetteki ölçülere sadık kalınmalı, bidat ve hurafelerden arındırılmış bir anlayış öne çıkartılarak bu tür yapılar şeffaf hale getirilmelidir. Tasavvuf lideri olarak ortaya çıkanlar ise şahsî çıkarlarını reddederek örnek bir ahlâk sergilemelidir. Onlara inanıp peşlerinde gidenler ise mutlak itaati terk edip vahiy çizgisinde sorgulayıcı ama Müslümanca hayatı benimsemelidir.
Ahir-i kelam; tasavvuf ve tarikatlar ıslah edilmeden, topluma şifa olması mümkün değildir. İslam'ın özüne dönülmesi ve tevhid anlayışıyla hareket edilmesi aranan huzuru getirebilir diyelim.
Yorum Yazın