Bakara Suresi (35) : “Ey Adem ! Sen ve eşin Cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik.
Bakara Suresi (36) : Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de “Birbirinizle düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için yeryüzünde kalacak bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır” dedik.
Kur’an da Bakara Suresi 35. ve 36. Ayetlerde izah edildiği gibi İnsanın yaradılışı Cennette başlıyor, Allah’ın yasaklamasına rağmen şeytana uyduğu için Cennetten Dünya’ya gönderiliyor. Biyolojik silsile olarak Hz. Adem ve Havva’dan Cennette yaradılan insan, “ne zaman, nerede, nasıl ve ne surette yaratılacağı ve de ne kadar kalacağı” yine Yaradan’ın iradesine bağlı olmak üzere Dünya’da bedenleniyor.
Bu Dünyayı da insanın yaşayacağı mükemmellikte yaratıyor. Aklın ve ilmin sınırlarını zorlayacak kadar büyüklükte bir evren ve bu evrenin büyüklüğünün tersine küçücük bir dünya.
Ama öyle bir Dünya ki, her şey ve kanunlar insanın tüm ihtiyaçlarına göre tasarlanmış ve insanların hizmetine sunulmuştur.
Jack Ensing Addington, “% 100 Düşünce Gücü” Kitabında kusursuz olarak yaratılan bu evreni bir yaratanın olduğunu ve bu Yaradan’ında Evreni, “Evrensel Akıl” ile yönettiğini belirtmektedir.
ABD’li biyokimya profesörü Michael J. Behe “ “Hayatın üstün bir akıl tarafından tasarlanmış olduğu anlayışı, hayatı basit doğa kanunlarının bir sonucu olarak algılamaya alışkın bizlerde bir şok etkisi yaratmış durumda.” diyerek evreni akıllı bir tasarım olarak nitelendiriyor. Modern bilimin bugün geldiği noktada “Akıllı Tasarım” (Intelligent Design) teorisiyle, Kuran başta olmak üzere tüm kutsal kitaplarda vurguladığı üzere Allah, Evrende her şeyi en ince ayrıntısına kadar ilmi bir tasarımla yaratmıştır.
Bakara (164): Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.
Ra’d –(4) : Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
Yüce Yaradan, Dünya’ya geldiği zaman dilimlerine göre ve o toplumların anlayacağı dilde “yaradılış gayesini ve nasıl yaşaması gerektiğini anlatan kutsal kitaplar, bu kitaplarda yazılı kuralların pratikte uygulamasını izah eden peygamberler göndermiştir. Ama insanoğlunun bir çoğu “Yaradılış Gayesini” anlamadığı veya anlayıştan saptığı için yaradılış serüveninin başlangıcından bu yana değişik zamanlarda sapkınlıklar göstermiş, insanlıktan çıkmıştır.
Araf suresi, (179) : "Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir."
Yani yaşadığımız bu Dünyada, şu andaki hayatımızdan geldiğimiz Cennet’e geri dönmek için Cennetlik bir hayat yaşayarak meleklerden üstün statümüze geri dönmemiz gerekiyor. Fakat insanoğlunun gidişatına bakılırsa bunca medeniyet, ilim, teknoloji geliştikçe yeryüzünde zulüm, sömürü, kan, gözyaşı ve çevre katliamı tüm hızıyla devam ediyor. Tüm canlıların yaşaması için yaratılmış Cennet gibi Dünyayı, Cehenneme çevirmek için adeta yarışıyoruz.
- Yaradan’ın tüm canlıların habitatlarına uygun olarak uyum içerisinde yaşayacağı “Akıllı Tasarım” (Intelligent Design) sonucu mükemmel bir şekilde yarattığı geleceğe temiz bir şekilde emanet olarak bırakmamız gereken Dünyayı, yeryüzünde “Halife İnsan” olarak korumak yaşatmak yerine, bozuyoruz, yokediyoruz.
- Denizleri, akarsuları, dereleri çöple ve kimyasal atıklarla kirletiyoruz; suda yaşayan canlıları yok ettiğimiz gibi hayat kaynağımız olan suyu kirletmekle insanlığı da tehdit ediyoruz.
- Ormanları ihmalden, kasıttan yada arsa ve arazi rantından dolayı yakıyoruz; içinde yaşayan canlıları da yok ediyoruz. Yağmurun ve oksijenin kökünü kurutuyoruz.
- Yeraltı fosil kaynakları bilinçsiz ve sorumsuzca kullanıyoruz; atmosferi kirleterek nefes alamayacak duruma düşüyoruz. İklimlerin düzenini bozuyor, doğal afetlerle boğuşuyoruz.
- Dağları taş ocaklarıyla, terkedilmiş maden yataklarıyla bozuyoruz, toz ve erozyonlarla kendi yaşamımızı tehdit ediyoruz.
- Yiyeceklerimizi rant uğruna kimyasallarla dolduruyoruz, sağlığımıza zarar vererek hasta toplumlar oluşturuyor, hastane kuyruklarında sürünüyoruz.
- Çalışarak kazanmayı, kazanarak harcamayı enayilik sayıp; üretmeden tüketen, çalışmadan çalan, yan gelip yatarak avantadan rahat ve lüks yaşamayı (uyanıklık, iş bilir) kar sayan zihniyete yol alıyoruz.
- Yaptığımız işin hakkını vermeden, işimize ve işyerlerimize özen göstermeden “esir kampına” gider gibi çalışmayı marifet sayıyor, “orgun savaşçılar” gibi yaşıyoruz.
- Okumadan düşünmeyi, düşünmeden konuşmayı, “söz haykıranın diyerek” bağırmayı, kendi bağırmamızdan karşımızdakini duymamayı anlamamayı meziyet zannedip kafe ocak, köşe bucak ahkam kesiyoruz.
- Sosyal medya, bilişim, iletişim diyerek gerçek yaşantıdan kopup, sanal alemlerde evlerde, işyerlerinde elektronik cihazların içerisinde ana, baba, akraba, çoluk, çocuk hapsoluyoruz, kendimizden ve birbirimizden kopuyoruz.
- “Sizin en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır” düsturundan, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” anlayışından kopup, “adam sende”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” teslimiyetine, aymazlığına ve vurdum duymazlığına demir atıyoruz.
- Geleceğimiz teminatı olan çocukları ve gençleri eğitim kurumlarında bilim, teknoloji ve inovasyona dayalı çağdaş eğitim yerine, ticari emtea gibi görüp, oyalayıcı, göz boyayıcı ve yalnızca diploma sahibi yapmayı insan yetiştirme sayıyoruz.
- Gençlerimize ve çocuklarımıza eğitim veren Devlet okullarında (karnı tok, başı dik gelecek ve geçim korkusu olmayan kadrolu öğretmenler yerine) adaletsiz bir uygulamayla asgari ücretin bile altında ücretli öğretmenlerle Milli Eğitim Politikası yapmaya çalışıyoruz. Özel okulların bir çoğunda da öğrencilere ders veren hocaların asgari ücretle, iş güvencesi olmadan eğitimde nasıl bir kalite yakalanacağını anlayamıyoruz.
- Kadına dayak ve cinayetleriyle, çocuklara tecavüz ve uyuşturucu müptelalarıyla baş etmeden, güçlünün değilde haklının hakına kavuşabileceği, kanunun değil, hukukun üstünlüğünü tesis etmeden huzuru bulacağımızı sanıyoruz.
- Kendimizin ve nefsimizin doyarak, barınarak rahata erdiğimizi hamd ve şükür vesilesi zannederek, garibin, yetimin, komşunun, akrabanın ve arkadaşın ihtiyacına koşmuyoruz.
Cennete giden tren istasyonu bu dünyadan kalkıyor, Cennette, Cehennemde bu Dünyada kazanılıyor. Onun için önce düşünce yapımızı değiştirmemiz gerekir. Yıkmak, yakmak ve yok etmek üzere kurguladığımız şeytani düşünce yapısından sıyrılıp, rahmani düşünceyi özümsememiz gerekiyor. Hakkın rızasını kazanmadan yaradılış gayene eremeyeceğimize göre, (en hayırlı olanınız, en faydalı olanınız) yaklaşımıyla fayda (ilim ve iş) üretmemiz gerekiyor.
Son söz; “Kainatın her yerini mabed, hayatın her anını ibadet” vizyonuyla, yaşamımızı sürdürerek bu dünyadaki misyonumuzu sonlandırmamız gerekiyor.
Sağ ve esen kalın,
Yorum Yazın