Kızılderili Reisi Seattle'ın 1854 Yılında ABD Başkanına Mektubunda;
“Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O'nun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur.
Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Beyaz adam, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Avrupa ülkeleri ile başlayan sömürgecilik anlayışı Beyaz adamın Amerika’yı işgal edip, ABD’yi kurduğu andan itibaren, Dünya’da sömürü şekil değiştirdi. Kızılderili Reisi Seattle'ın 1854 Yılında dile getirdiği gibi, vahşi kapitalist anlayışının egemen olmasıyla birlikte artık insanların ülkeleri, yer altı ve yer üstü varlıklarının yanında kişisel, kültürel, sosyal ve bedenen her türlü değerleri sömürü ve talana uğradı.
Zaten, Kitabımız Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere birçok din kitaplarında insanın Cennetten kovularak yeryüzüne gönderildiği belirtilmekte. İlk insan tanımlaması olan Homo Sapien’inde gelişim süreci incelemelerinde avlanmanın dışında sürekli kendi türüyle de savaştığı belirtilir. Hatta bu savaşların sonunda Avrupa orijinli Neanderthal türünü de yok ettiği belirtilir. Tarihe şöyle bir bakın hep savaşlar, yağmalar, yok etmeler. İnsanlığın geliştirdiği yok etme teknolojisi bu seferde Dünya üzerinde tüm canlıların habitatı olan her şeyi yok etmeye yöneldi. Kirletmedik ne kültür ne değer yargıları ne toprak ne deniz ve ne hava kaldı. Hayvanların, ağaçların, bitkilerin yaşam alanlarını ve yaşama hakkını bile yok ettiler.
Yok edecek bir şey kalmayınca, kendi yaşam alanlarını ve kendini yok etmeye yöneldi. Saldırmak, yok etmek için herkes bir gerekçe üretiyor. Kendinden başka hiçbir şeye var olma ve hayat hakkı tanımıyor. Sonunda ektikleri zehirli tohumlar kendini yok etmeye ve hapsetmeye başladı. Nitekim bu Korona virüsü de bu anlayışın sonucu oldu. Gelinen hale bakın “Hayvanlar Özgür, İnsanlar esir” .... Bu kadarla kalmayacak, şimdide Çin’de onlarca kişinin yeniden hastalandığı “Hantavirüs” sahne aldı. Bu da Korona virüsün tam tersi. Kemirgenlerden geçiyor.
Bugüne kadar veba, sıtma, sars gibi milyonları öldüren virüsler türedi. Bilimin ve teknolojinin bu kadar geliştiği dönemde virüs ve zararlılar da mutasyona uğradı. Ya da biyolojik silah olarak emperyal güçler tarafından üretildi. Aynen, İran nükleer çalışmalarını sabote etmek için İsrail ve ABD tarafından üretilen virüs yazılımı “Zeus” gibi. Ne oldu? ...Zeus döndü dolaştı, akıllı virüs yazılımı olduğu için bu sefer de ABD’nin kendi teknolojisini vurmaya başladı.
Siber saldırıların yanında, uydu ve iletişim yoluyla, zararlı sinyaller, uçaklar yoluyla kimyasallar ve biyolojik zararlılar... Silah satıcılarının haricinde gıda ve ilaç sektörünü ele geçiren uluslararası emperyallerin gözü dönmüş şekilde insanları gıda ve sentetik şeylerle hastalandırıp, ilaç ve sağlık sektörüyle tedavi amaçlı sömürmeleri Dünyayı yaşanmaz hale getirdi.
Rus askeri Doktor Yarbay Aleksey Vodovozov;
Sputnik’e konuşan Vodovozov, “Korona virüs salgını ilk değil, bana göre birincisi H1N1 domuz gribinin dönüşüydü. Bu bir 'alıştırmaydı' ve yeterince dikkate alınmadı. Uzmanlar uzun zamandır insanlığın yeni alanları ele geçirdiği ve bu alanlarda hayvanların yaşadığı, bu hayvanlarda insan popülasyonuna mükemmel bir şekilde geçiş yapabilen virüs ve bakteriler olduğu konusunda uyarıyorlar. Şimdi karşılaştığımız durum budur ve bu da bir 'alıştırma' salgınıdır"
Justinianian vebasının (541-750 yılları) o zamanki nüfusun yüzde 40'ını, Kara Ölüm’ün (1346-1353 yılları) ise Avrupa nüfusunun yüzde 60'ını yok ettiğini hatırlatan Vodovozov, "Doğada hala bununla aynı ‘ölümcül’ özelliklere sahip patojenler var ve eğer ortaya çıkarlarsa onlara karşı işe yarayacak hiçbir şey yapamayız" dedi.
Bu işlerin çözümü insanların yönetimsel ve yapısal sorunlarından kaynaklanıyor. İnsanı düzeltmeden, sakat ve iflah olmaz vahşi anlayışını onarmadan bu tür biyolojik, sosyolojik ve sağlık sorunlarını çözmek mümkün değildir. Sözde medeniyet ve çağımızın kirli anlayışlarının egemen olmadığı, Kızılderili toplum tarihinden bir hikayeyle örneklendirelim.
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve 12 yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
– “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”
– “Neyin simgesi” diye sordu çocuk.
– “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. Çocuk, sözün burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
– “Peki” dedi. “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
– “Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!”
İnsan nesli, aklını başına toplamalıdır. Akıl, vicdan, ahlak ve sevgi egemen olmadığı bir Dünyada ve yaşamda hiç kimse ama hiç kimse güvende değildir.
Saldıranda, öldürende, güçlülerde, zenginde risk altındadır. Şu virüs salgınları bunu kanıtlamış ve kanıtlamaya devam etmektedir. Dünyayı yönetenler ve güçlülerin başlattıkları yangın, dönüp dolaşıp kendilerini de yakmakta ve yakacaktır da….
Etmeyin, eylemeyin... Şu an için başka yaşayacak Dünya yok…Mavi ve nefes alınabilir bir gökyüzü, içilecek su, ekilecek toprak, mavi bir deniz ve yaşanacak bir çevre istiyorsak enerjimizi, bilgimizi, gücümüzü tüm canlıların ve insanların varlığına tehdit etmeden; “Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü” anlayışını egemen kılmaktan geçiyor….
Sağlıcakla ve akıllıca kalın….
Yorum Yazın