Isbatlı geometride bir kural vardır. Hüküm başa konulur ve o hükme varılır.
Reise bağlılık ve sadakat hükmü baştadır ve ümmetin yükümlülüğüdür;
‘Edillei şeriye dörttür:
- Kitap,
- Sünnet,
- İcmai ümmet (ümmetin icması)
- Kıyası fukaha.’
İCMAİ ÜMMET (ÜMMETİN İCMASI)
Şu bir gerçektir ve bilinmelidir ki; Reis üzerinde ümmet icma etmiştir. Ümmetin icması vardır. Başta Türkiye Müslümanları olmak üzere ve Dünyadaki tüm Müslümanlar ve yine başta Türkiye mazlumları olmak üzere tüm dünya mazlumları Reisi tanımışlardır. Bu konu tartışmasız böyledir. Böyle de bilinmesi gerekir. Gidin ülkelere ‘Van minit’ ten beri gelişerek çoğalmaktadır. Abdülhamid’den sonra ittifak edilen tek lider. Müslümanların umudu söndürülmemelidir. Dünya Müslümanlarının ve mazlumlarının boynu bükülmemelidir. Bu kolay kazanılmamıştır; İki yüz yıllık bir mücadele sonunda yalvarıp yakarmaların kabulünün ürünüdür. Bu kolay ıska geçilecek bir konu değildir. Bu işin şakası yoktur. Mükellef olan herkesin yani Abdülmükellefin boynuna borçtur. Dini terminoloji ve kurallar, sadece konuşmak, vaazı nasihatlarda söylemekle yetinilemez. Uyulması zorunlu olan kurallardır. Bu konuda bütün Müslümanları, özellikle de Türkiye Müslümanlarını uyarıyorum. Onların üzerine vebal atıyorum. Aklı eren her müslümanı bu konuda uyarıyor ve bir görev ifa ediyorum.
Zamanında bir moda sonucu; Abdülhamid’e karşı çıktık. Hatta bir çok ünlü zamanında karşı çıktı. Başta Mehmed Akifler, Siadi Nursiler olmak üzere. Akif, Sabri Efendi Mısır’a sürüldü. Yıllar önce Hüsnü Aktaş’tan dinlemiştim. ‘Sabri Efendi o zaman Mısır’da Ihvanın oluşmasına katkı verdiğini. Akif ancak vefata yakın Türkiye’ye gelebiliyor bilindiği gibi. Saidi Nursi 1960 yılına kadar Isparta’nın Barla’sında göz altında tutuluyor. Mezarı bile belli değil. ‘Hiçbir iyilik, armağansız ve hiçbir suç cezasız kalmaz bu dünyada. Ahirette zaten kalmıyacak. Bu konuda Sezai Karakoç’un ‘Çağ ve İlham’ adlı risalesinin okunulmasını tavsiye edebilirim. Malumlarınız olduğu üzere Rıza Tevfik’te ölümüne yakın gelebilmiştir, Türkiye’ye. Devlet tarafından ve Atatürk tarafından yazdırıldığı söylenen; Günümüzde kaynak tefsir olarak görülen ‘Hak Dini Kur’an dili’ nin yazarı merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’da gençken Abdülhamid’in hal fetvasının müsveddesini yaptığından dolayı ömür boyu Allah’tan af dilemek durumunda kaldığı eskiler tarafından anlatılmaktadır.
Nerede yazarlarımız, çizerlerimiz, konuşmacılarımız, akil insanlarımız, konferans verenler, konuşmalar yapanlar; nereye kayboldunuz, niye sesiniz çıkmıyor, siz de mi makam alamadığınız için Reise sahip çıkmıyorsunuz yoksa. İri iri insanlar, iri kıyım insanlar, hocalar, dini cemiyetler, tarikatlar, kanaat önderleri başka ne zaman Reise sahip çıkacaksınız. Belediye Başkanlığından sonra 26 yıl, başbakanlığı ve Cumhurbaşkanluğı yani hükümet ve iktidar olduğu 17 yıl içerisindeki başarılarından keyif aldığınız o günlerden sonra bir yol kazası ve düşüş emareleri izlenimi sizleri de mi etkiledi yoksa. Erbakan dini önderlerre Başbakanlıkta bir iftar yemeği verdiği için başına Nuh tufanı getirmişlerdi. Hatırlayın o günleri, O Cumhuriyet mitinglerini. Konuşmacısı şu anda arka çıkılan CHP nin galiba İzmir milletvekili. Siz Reisin döneminde itibar gördünüz, sıraya sayıya sayıldınız. Bu rehavet mi sizi de gayretsiz hale getirdi yoksa. Kusurlu veya kusursuz bu akamet sizleri de mi kucağına taş doldurup Reisi taşlayanlar safına mı geçirdi acaba.
ÜLKÜCÜ-SELAMETÇİ KÖKENLİLER SORUNU
1.ÜLKÜCÜ KÖKENLİLER SORUNU
Şaşıyorum arkadaşlar; Ülkücü kökenli tabirine. Selametçi kökenli tabirine de. Ülkücü kökenli ne demek oluyor; Eskiden ülkücü olduğu, ocaktan yetişdiği yani geçmiş zamanı ifade ettiğini görüyoruz. Yani şimdi şu anda Ülkücü olmadığı anlaşılır değilmi bu tariften. Bunu alıp götürüyorlar CHP den aday ediyorlar ve bütün ülkücüleri ona oy vermeye çağırıyorlar. Peki ülkücüler halen şu anda ülkücü olanlara niye oy vermiyor da, eskiden ülkücü olanlara ve şu anda ülkücülüğü tartışmalı olanlara arka çıkıyorlar. Aslı dururken neden sahipleniliyor müsveddeleştirilenleri. Bu konu bir incelenmeye ve araştırmaya değer değil mi sizcede? MHP yi ve Ülkücüleri Kürtlere karşıymış gibi göstermediler mi yıllar yılı. Hele PKK ya en fazla karşı çıkan MHP li ve Ülkücüler değilmiydi? Nasıl oluyor da eski veya eskileştirilmiş ülkücüler veya kökenliler PKK ile parelel hareket ettiriliyor da kimsenin sesi çıkmıyor? Bu da araştırılması gereken bir konu değil mi? HDP’nin eş genel Başkanı: ‘Asıl ülkücüleri hedef alıyor ve onların girdiği Cumhur ittifakını batıda yok edeceğiz!’ diyerek asıl ülkücüleri tahkir ediyor da, eski veya eskileştirilmiş veya eski kökenli ülkücüler ile aynı deliğe işi…lar veya hedef birliğine yöneltiliyorlar, bu konunun da araştırılması gerekmez mi sosyolojik açıdan. Geçenlerde bir eski selametçi arkadaşımla konuşuyorum: ‘İmamoğlu’nun gerçmişinden dem vuruyor ve onunda eski ülkücü kökeninden geldiğini, ailesinin ise selamet kökenli olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor’ göreceksin. Hoca Nasreddin Rahmetullah’a sormuşlar eskimiş ay’ı ne yapıyorlar diye O’da: ‘Kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar’ buyuruyor. Buradan şu sonuca mı varmak lazım; bu eski ülkücü ve eski selametçileri tuzağa yem olarak mı kullanıyorlar. Allah muhafaza eylesin. İşte cami yakınında camiye doğru tutarak şampanya patlatıyorlar fısır fısır fışkırtıyorlar. HDP liler de halay çekip horon tepiyorlar. Bu da hiç kimseye garip gelmiyor. Bir CHP sözcüsü de açık oturumda bunların gündeme gelmesinden rahatsız olduklarını söylüyor. Asıl rahatsız olmaları lazım gelen eski kökenli ülkücüler ile eski kökenli selametçiler ve dindarlar olması lazım gelmez mi? İmamoğlu’nun belediye başkanlığını ayrı ayrı bir olimpiyat halkası gibi teğet halde kutladıklarını varsayalım. CHP liler şampanya fışkırtıyorken, HDP’liler folklor oynarken ve Batıda Cumhur ittifakını geriletme keyfini yaşarlarken, iyi halkadaki ülkücü ve de selametçi kökenliler de ne yaptıklarını bilmeden keyiflendiklerinde bunların kıçları birbirine değmeyecek mi?
2.SELAMETÇİ KÖKENLİLER SORUNU
Beni daha çok üzen de bu kökenli olanlar. Zira Ben de Selametin Refahın başkanlığını yapanlardan biriyim. Nasıl Ülkücüleri eskileştirip, Ülkücüler gemisinden indirdikten sonra Meral hanımın kaptanlığındaki İyi gemisine bindirerek CHP ve HDP değirmenine doğru yol almak üzere bu su arkına boşaltıyorlarsa, aynı şekilde Selametçileri de eskileştirip ana gemiden indiriyorlar ve Temel beyin kaptanlığındaki gemi aracılığı ile CHP ve HDP değirmenine yönlendiriyorlar. Fiili durum böyle gibi gzüküyor. Bir İyi parti yöneticisi ile bu konuyu görüşmek isterim doğrusu. Tercihim Musavat bey olabilir. Zira yeğenimin okul arkadaşı olduğunu öğrendim. ‘Kurulduğunuz günden beri CHP ile işbirliğiniz neden?’ diye. Temel bey ile veya temsilcisi ile de aynı şekilde görüşmek isterim. Bu konular da sosyolojik açıdan irdelenmeli ve incelenmeli. Bir Saadetçi arkadaşa sordum. ‘Baraj % de 5’e düşseydi belki bunu yapmazdık’ diyor. Erbakan Hocayı 28 Şubatta dirgen ile kovlıyanlar. Sonrasında Mesut Yılmaz’a pijamalıların yanına giderek hükümet kurduranlar. Mesut beyin ilk çıkardığı kanunu size hatırlatayım isterseniz. O zamanlar bankalar batırılmıştı. İçi boşaltılmıştı. Bunları yapanlar herhalde 28 şubatçılardı galiba. O vakitte banka batıranlara adli ceza mahkemeleri bakıyor ve mahkumiyet verebiliniyordu. Mesut beyin hükümeti ilk olarak banka batıranları ceza mahkemelrinden aldı ticari mahkemelrde yargılanacak biçimde yasal düzenlemeler yaptı. Ellişer, yüzer bin lira para cezsasıyla kurtulabildier.
HIRHIZ-HIRKIZ-YANİ HIRSIZ AK PARTİYİ HIRSIZ VURDU
Eve hırsız girmiştir. Evsahibi ‘Hırsız var’ demek üzere lambayı yaktığında hırsız elindeki tabanca ile evsahibini vurur, biliyorsunuz. AK PARTİ ‘Hırsız var’ demenin hışmına uğradı. Hırsızlık sabit. Suç sabit. Hırsız sabit. Fail belli. Fiil (eylem) belli. Amma zamanlama yanlış olunca haklı haksız hale dönüştü. Tarihin en büyük planlı hırsızlığı yapılmıştır. Amma velakin yavuz hırsız evsahibini suçlu çıkarmıştır. AK Parti bunu izah edemedi ve de anlatamadı, anlatamazdı da. Zira kimse hırsızlığa bakmıyordu. Bunu işin bahanesi sayıyordu. Hükümet gücüyle bunlar oluşturuluyora bakıyordu. Kaybedince adaletsizliğe yorumluyordu. Ne yaparsan yap beyhude oluyordu ve haklı suçlu, haksız madur sayılıyordu. Bu görülemedi. Asıl kazığı İl Seçim kurulu attı. Görüntülü olarak telivizyonlarda izledik; CHP nin İl Başkanı üç hakimi evinden arkasına takıp getiriyor ve tüm sandıkların sayılması kararını değiştittiriyor ve yine izlediğimiz gibi ‘51 sandık sayılacak’ kararını aldırtıyor. ‘Bu iş tamam’ konuşmasını yapıyor. Bu konu da Reis yanlış bilgilendiriliyor. Seçimin patronu Yüksek değil İl seçim kurulu olmuş oluyor. Halbu ki; Binali bey sayılan sandıklarda farkı on küsür bine indirmişti. Tamamı sayılsaydı mazbatasını alacakti. Ama alsa ne olacaktı. ‘Adaletsizlik yapıldı’nın altında ezilip duracaktı. Diyorlar ki: ‘Adalet Bakanlığı sende, İçişleri bakanlığı sen de, Istanbul teşkilatı sende neden bunları farketmediniz. İlgilenmediniz ve rehavete kapıldınız. Kaymakamlar neden göderdikleri listeden sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçilmediğini görmedi ve göremedi. Hakimler altına imza attıkları yazıyı okumadılar mı? Seçim kurulu Müdürlerinin ve şeflerinin hazırladığı senaryoyu gözü kapalı mı imzaladıkları sanılmalı? AK PARTİ mağduriyeti kara dönüştüremedi bari bunları yapanların adli, idari ve de cezai sonuçlarını takip etmeli ve avukatları marifetiyle ciddice kovalamalıdır.
‘İT’ YANİ ‘İİİİİİİİ…T’ VEYA ‘BAS…İT’ SORUNU
‘İt’ de de, Bas’it’ de de ‘it’ var zaten. Makberin yazarı Abdülhak Hamid (Hamid-Hamit) Tarhan diyor ki; ‘İslam alfabesinden Latin alfabesine geçildiğinde, ismimin sonu eski harflerle daha ytumşak olan dal yani d harfiyle bitiyordu. Latin alfabesşne geçince daha sert ifade ile d yerine t ile bitti. Böylece altmışından sonra ismimin sonuna bir de ‘it’ ilave edildi.’ Bunu dinlemiştim veya okumuştum ama hatırlamıyorum. Üstad Necip Fazıl’dan okumuş olabilirim. Neyse güzel bir espiri. Halka onu da mazur gösterdiler. ‘Niye ‘İt’ dedin diye sormuyorlar. ‘İt’ dediğini neden gündeme getirdiniz’ diye soruyorlar. Bir de mahkemeler kamu davası güderler ve ceza alırsa bakın ondan sonraki mağduriyet zincirine. Rahmetli üstad derdi ki; onların cılız sesini ogorada borunun ucununa sonsuz hopörler takarak kahraman gösteriyorlar’ derdi. Benim şahsi kanaatim; ne olursa olsun, bağımsız mahkemeler nezdinde cezasını çekmeli. Ankara başkanı dolarlık senedi izah edebildi mi? Üstelik kesinleşmiş mahkeme kararını niye konuşuyorsunuz diye suçlanmadı mı AK PARTi sözcüleri. Buradan şu çıkartılmalı; seçim satımı halinde seçim devam ederken bunları konuşmanın bir manasının olmadığı ve aksi tesir yaptığı gözlemlenmiştir.
MODERÖTÖR ve APO MEKTUP TUZAĞI
‘Putunu kendi yapar ve putuna kendi tapar.’ Sözünde olduğu gibi, her tuzağı kuruyorlar, meded umuyorlar, fayda görüyorlar ve suçu da AK PARTİ ye atıyorlar. ‘Mederötörü kendiniz, seçtiniz, APO’nun tarfsızlık mektubunu da siz ortaya çıkardınız, faydalanmak için HDP li kürt oylarının CHP ye gitmesini önlemek için’ diyerek yavuz hırsız misali ev sahibini haksız çıkarıyorlar. Hem kar ediyorlar. Militarist yapıyı daha da sıklaştırıyorlar, hem de rakiplerine kaybettiriyorlar. Bundan meded umar imalar da bize zarar getirmiştir. Ortadaki halkı da yanların çekmişlerdir.
ABD NİN BİTİRMEDİĞİ FETÖ YAPILANMASI DÜŞMAN SAYISINI ARTTIRIYOR
En başarılı mücadele ABD ve FETÖ’ nün ortak darbe girişimi ile yapılmıştır. Bu kesindir ve üzerinde söz söylenemez. Ancak ABD ve muhalefet bu konuyu da sulandırdı ve mağduriyet sınıfına aldırdı halk nezdinde. ABD bu konuyu öyle devam ettiriyor ki; Ülkemizde ve özellikle iktidara karşı düşman üretim metodu haline dönüştürdü. Akraba ve çevresini katarsak katsayı yani çarpanı genişliyor. FETÖ sorumlularının beklentisi; ‘Millet ittifakı bileşenleri ve yeni oluşacak bileşenler ile Reisi devirecekler ve bu bileşenlerin liderleri el ele verip hapsanelerin kapısını açacak ve yerleri diğerleriyle doldurulacak’ bu umutla yaşıyorlar ve bu ima onların beklentisini diri tutuyor.
ÇİPRAS, MACRON, YAHUDİ DAMADA İMAMOĞLU MU EKLENMEK İSTENİYOR?
Büyük reme bakıldığında bunu sezmemek aptallık olur. Baksana belediye başkanı ıstanbula hizmetten ziyade kendisini denkleriyle göstermeye çalışıyor. Genel siyasete yönelik konuşuyor. ‘Cumhurbaşkanım’ demiyor. ‘Cumhurbaşkanı’ diyor. ‘Onunla görüşeceğim’ diyor. Vs.vs…. Istanbula hiçbir zaman hizmet etmeyecek. Kimsede bunun hesabını sormayacak ve kınamayacak. Suçu atacağı yer belli. Bütçeyi ortaya koyacaklar; şerikler önceden anlatıkları şekilde paylarını alacaklar. HDP hissese devrini Kandil’e mi aktarır onu kendileri bilir. Halkın hiç de umurunda olmayacak zaten.‘Yerim dar, yenim dar’ ne söylerse kabul görecek. Halkın gözü bu şekilde tesviye edildi. Zaten belediyenin ikinci seçiminden önce Başkanlık seçimi var. Erken veya zamanında olsa da. Verilen rol belediye başkanlığı değil, budur. Kemal efendi ne yapacak bu arada, o da zaar arkasındaki iradenin dediğini yapacak. Kişisel çekişmemi olacak. Kemal ile İmam yer mi değiştirirler. Kemal sabit imam değişken mi olur. çatışma mı çelişme mi izleyeceğiz bunlar ileride göreceğiz. Baksana Ankara daki başkan zavallı başkanlık yapmaya çalışıyor. Onun rolü de o kadar. Doğru ise TV de izlemiştim. Geride kalan bayram da çalışanlarının ikramiyesini ödeyememiş ve arsa satmaya kalkışmış galiba.
AK PARTİ KENDİ SITRATEJİSİNİ ANLATMALI SÜREKLİ
Ak Parti kendi siyasetini ve kendi yapacaklarını anlatmalı. Karşı tarafın zaaflarıyle uğraşmamalı. Kendi oyun felsefesiyle oynamalı. Karşı taraf senin disipline edilmiş tarzını bozmaya çalışsın varsın. Çok yönlü Kurumsal hizmetlerin yanında ferde dokunan günlük hayatın sorunlarına eğilmeli. Krumsal hizmet umuma hizmetttir. Özel de ferdin cebini ve mutfağını görmeli. Halkın içine inip, kahvede ve parklarda oturanların gündemini de görmeli. Halkın gündemini, tespit ettirmeli ve onlara çözüm üretmeli. Bu kadar basit.
BARIŞÇIL VE KUCAKLAYICI USLUB KULLANILMALI
Reis’in uslubu sert bulunuluyor. ‘Körün aradığı da iki göz’ derler. Zaten ulusal ve uluslar arası sözcüler ‘Diktatör’ demiyorlar mı? Onların ekmeğine yağ sürmemeli ve işlerini kolaylaştırmamalı. Millet muhatap alınmalı. ‘Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır’ atasözü unutulmamalı. Daima güler yüzlü olunmalı. Reis bir şey söylediğinde benim yüreğim ‘cız’ ediyorsa eyvah söylemese daha iyi olurdu derim, kendi kendime. Bir tanesini izninizle aktarayım; HDP’in eş başkanı Temelli’nin tahrikiyle mealen; ‘Kürdistan diyenler Kuzey Irak’a gitsin’ şeklindeki sözleri yüreğimi cız ettirdi ve keşke böyle söylemeseydi dedim. Biz bir asır mağduriyet yaşamış bir silsileden geliyoruz. Mağdur gözetilmeli kim olduğuna bakılmamalı. Biz bunun acısını çekenlerdeniz.
SORUNLAR KESTİRİP ATILMAMALI VE SONRASINA UMUT VERİLMELİ
Örneğin; ‘yaşa veya süreye takılanlar’ Gibi konularda kestirip atmak, sorun sahibinin başka umutlar aramalarına fırsat veriyor. Oysa umud sürekli bizler olmalıyız. ‘Şimdi olmasa bile şartlar oluşunca çözülecek, genel gündemimizde bu sorunun çözümü vardır’ gibi vs. vs. konularında iktidar ve partisi kendisini umud olma da dışlamamalıdır….
EKONOMİYE KESİN ÇÖZÜM BULUNMALI
Bu konuda fazla yazmayacağım. Bundan önce Amerika ve Türkiye temsilcilerinin bu açığı gördüklerini ve bu deliği zorlamalarI anlaşılsın diye ‘Yahşi yerden yaman vurdun, kırılsın ellerin senin’ sözcüğünü kullanmıştım. Bu delik kaşındıkça yara büyüyor ve büyükdükçe iştihaları artıyor ve bu hışımla kanatmaya devam ediyorlar ve etmeye de devam edecekler. Buna acil çözüm bulunmalı. Mutfak enfilasyonunu diğer kalemlerden ayırarak bakılmalı ve halkın cebi ve mutfağı rahatlatılmalı. Aksi takdirde vatanı satsalar, kimsenin umurunda değil. Bu konu hassasiyetlerimizi de yok eder hale geliyor. Ekonomi düzelmedikçe; din, iman, allah, peygamber, vatan, bayrak, marş, PKK, Çocuk kaatili, Şehidlik, sadakat vs. gibi hassasiyetlerimiz azalmaya yüz tutuyor mu demeye dilim varmıyor. Yoksa bu kadar benzemeze neden pirim veriliyor? Fert başına düşen milli gelirden fakir kesim daha fazla pay almalı. Buna çözüm bulunmalı. Bir ekonomi kurmayları mı oluşturulmalı. Ben okonomist değilim. Teknik elemanım.
İKİLİ SİSTEMİ EN ÇOK İSTEYENLERDENDİM
Gerekçem; bundan sonra ataist, solcu, halka karşı posta koyan zihniyette kişilerden başkan çıkmaz diyordum. İki adaya kalındığında bile, Halk hıngı zıngına geldiğinde millet düşmanlarına pirim vermez diyordum. İlk tehlike bu sisteme geçiş sürecindeki halk oylamasında ‘Evet’ ve ‘Hayır’ oylarının birbirine yakın çıkmasıyla baş gösterdi. Sağ duyulu siyasetçilerin peşindeki halkla beraber kötülere arka çıkartılacağı aklımdan bile geçmiyordu. Çaresizlik, çareler aramay sevkettirdi. Geniş bir cephe ortamınının oluşmasına sanki zemin hazırladı. Denize düşen yılana sarılır misali birbirlerine sarılıp kenetlendiler.
İTTİFAK YASASI BARAJ SORUNUNU KALDIRDI
Küçük partilerin güç sıkalasını arttırdı. Kemiyet olarak olmasa bile keyfiyet yani tüzel kişiliklerini başkalarının kullanımına açtı. İstismarı kolaylaştırdı. Sonunda kendi oylarının etkinlik yüzdesini arttırdığı gibi, ittifak’ın büyük anaç ana partisine haksız, olandan fazla kazanç sağlamış oldu. Daha önce kendisini onaylamayan halk nezdinde küçük partiler sayesinde itibarının arttımasını sağladı.
BAŞARILI-BAŞARISIZ BAKAN
Yeni atanan bakanların bir kısmını halk tanımıyordu. Elbette tanınanları da vardı. Kim başarılı kim başarısız, bunu en iyi Başkan bilir. Geriye dönüp baktığımızda Sağlık ve Ulaştırma her zaman iktidarın yüz akı olmuştur. Ben Akar’ın Savunma Bakanı olmasını ve Genel Kurmayın ona bağlanmasını düşünürdüm. Şamil Tayyar da Altmış ihtilalinin olduğunda da Genel Kurmay Savunma Bakanına bağlıydı diyor. Araştırma şansım olmadı. Gerçi bakanlar kısa zamandır görev yapıyorlar. Üst üste seçim geçirdiler. Mesela 25 kuruşluk poşet her gün AK PARTİ aleyhinde bir durum oluşturuyor. Her gün sürekli gündemde ve iktidar aleyhine sinirsel oluşuma sebep oluyor. Bu konuda bakandan randevu isteyeceğim. Olmaz ise konuyu Reise kadar taşımaya çalışacağım. Bu beni çok üzüyor. Her gün kasada hatırlanıyor bu olay. Halbu ki satıcı sattığı malı bir şeyin içine koyup alıcıya teslim etmek mecburiyetindedir. Yine poşet teknik şartnamesi yapılsa da poşet üreticileri ona göre imalat yapsalardı. 25 kuruş, asab ve sinir bozuculuğa sebep ve aracı oluyor. Reisin zarar gördüğünü gözlemledim. Üzüntüm bundan dolayı. Satılan ve alınan mal kasadan geçince kasiyer ile alıcı birbirinin gözüğne bakıyor. Anlaşılıyor değil mi demek istediğim. Bakanlar, Sorumluluk almalılar, emanetçi gibi durmamalılar, halk ile bütünleşmeliler, Halkın dışında bir hayattan gelmiş olsalar da. Gittikleri yerlerde parti teşkilatını kendi teşkilatlarını ziyaret ederek sorunlarını dinlemeliler diye düşünülebilir. İdeal olan da budur. Belediye başkanı, Kaymakam ve Valiyi ziyaret zaten protol icabıdır.
BİLİNEN KİŞİLERDEN Mİ OLMALIYDI?
Halk her zaman kendini siyasetçilere ve devlette görev yapanlara yakın hisseder. Bu bir soğukluk mu oluşturdu. Kurumsal olarak, halkın dışında kendisinden olmayan bir oluşum gibi mi değerlendirildi diye düşünülebilinir..
BAKAN OLANIN MİLLETVEKİLLİĞİ DEVAM ETMELİ MİYDİ?
Kabineye girenin milletvekilliği dürülmesi gibi katı bir karar esnatilmeli bence. Lazım ve ihtiyaç olunduğunda bu tedbire baş vurulma elde tutulmalıydı galiba. Vekil sayısını etrkiler hali handikap teşkil ediyor sanki. BAKAN Yardımcılığı da çare ve em olamadı sanki. Kesinlikle Teşkilatların isteklerine aracılık eden bir siyasıi işlerden sorumlu bir Bakan Yardımcısının olmasına eski bir teşkilatçı olarak onaylıyorum.
BAKAN KENDİ EKİBİYLE Mİ ÇALIŞMALI ve BÜROKRAT DEĞİŞİMİ
Aynı partiden olsa bile kabine değişikliklerinde her bakan, her genel müdür, kendi ekibiyle çalımalı felsefesi; düşman bürokrat üretimi haline geliyor. Görevden hemen almanın yanında revize edilerek zaman içerisinde uyum sağlayamayanlar değişse ve husumet azaltılsa daha iyi mi olur. Görevden alınan bürokrat şikayetini ve kendisinin yeniden bir yere atanmasını sağlamak için hem AK PARTİ milletvekillerini geziyor ve hem de olumsuz propağanda ile yapıyor bu işi. O kadar çok şahit oldum ki buna mecliste çalışmam hasabiyle. bürokratın sadece kendisi değil bu olumsuzluğa ailesi ve etrafı çevresi akrabai taallukatı da katılıyor. Şu idari teşkilat yasası değiştirilerek yeni ünvanlara atama yapıp eskileri kibarca görevden almaların altında bit yeniğimi var bu konu araştırılmalı. Zira Mecliste de bunu yaşadık ve dava ve Reis hatırına sesimizi çıkarmadık. Halada o arkadaşlardan bir çok kıymet ortada geziyor. Sorulursa ayrıntı verebilirim..
SEL ÖNÜNDEN KÜTÜK KAPMA (YENİ SİYASET DİZAYNLERİ)
Yeni parti çalışmalarının olduğunu, TV açıkoturumunda duyduk. Solun hesabına bir yöneticiden fazla çalışan ve de yeni oluşacaklar adına gayretkeşlik gösteren, Abdullah Gül ile her gün yatıp kalktığı imasında bulunan ve yeni oluşumun sözcüsüymüş gibi ilk haber kaynağı olan galiba Hacır soyadlı gazetecinin verdiği haberden öğreniyoruz. Demek ki bu oluşumu da solu Türkiye de hakim kılmak için bir payanda oluşumumu gibi mi algılayacağız. Kurulmuyor, kuruyorlar veya kurduruyorlar mı denilmesi lazım. Bundan önce de denendi bu gibi hareketler. Hafızamızı tazelersek; Kültür eski Bakanı ve Isparta Milletvekili Erkan Mumcu’yu AK Parti den ayrarak bir gurup kurdurulmadı mı? Hatta ağılın önünde oturur gibi milletvekillerini salmadılar nitelikli çoğunluk sağlanmasın diye. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını engellemdiler mi? Daha sonra Abdüllatif Şener’e E Muhtıra günlerinde bir birifing verildiği ve Cumhurbaşkanlığı imasıyla sebep yokken AK PARTİ den ayırıp aday yaptırmadılar ve Üniversiteye hocalığa dönüyorum diye biraz oyalayıp sonrasında bir parti kurdurmadılar mı? Ne oldu şimdi o partiye.
Gelelim; Ali Babacan, Ahmed Davudoğlu ve Abdullah Gül’ün öncülük ettiği söylenen oluşuma: baştan söyliyeyim, taş yerinde ağırdır. Yerinden oynatırsan ığrak diş bibi olunur. Şu soruyu samimiyetle soruyorum. Kuruyor musunuz? Kurduruyorlar mı? İlel ebed bu sorunun cevabını veremeyeceksiniz. Bakınız çekirdekten yetişme, 19 yaşından beri siyasetin içinde olan birisi olarak söylüyorum; kime karşı siyaset yapacaksınız? Hangi boşluğu dolduracaksınız? Tayyip bey varken onun yerine oynamanız akıl karı değil. Öyleyse büyük amaçlı olma şansınız yok. Eğer Tayyip beye karşı beynelminel güçlerin Türkiye temsilcileriyle işbirliği ve ittifak yapacaksanız? Bu görev maazallah sizi indillahta büyük sorgulanmaya iter. Zaten; CHP, İYİ, HDP, FETÖ, SAADET ve ila ahir bu cenderenin içine girilerek büyüme olmaz. Oranın büyüğüne yani CHP ye tabi olursunuz. Buna da geçici görev derler. Reisi düşürdükten sonra da size hacet kalmaz arkanızdan bir tekme ile gönderilirsiniz. Allah böyle bir işlevden sizi korusun. Ahmed Davudoğlu için yazmıştım. Ali Babacan için de aynı şeyi söylüyorum: AK PARTİ’nin içinde kalınız. Her fani gibi Reis’in de bir ömrü var. Sonrasında sizlere ümmetin ihtiyacı olabilir. Daha yaşınız genç. Abdullah Gül’e bir şey söylemiyorum. Artık ona laf kar etmiyor. Söylenenler doğru ise, Hanımının intifadasına kapılıyor galiba. Hiç hayra soluk solumuyor. CHP nin kağnısının okundan inmiyor. Tarih bunları yazacaktır göreceksiniz. Aksi takdirde kıyamete kadar ümmetin ahını alırsınız. Adınız kötüye çıkar. Küfre hizmete çıkar. ‘Küfre rıza küfür, zulme rıza zulümdürdür’ bilindiği gibi. Ben bir Müslüman kardeşiniz olarak söylüyorum. Vaz geçin bu maceradan. Zaten bundan sonra mağduriyet Allah’ın izniyle AK PARTİ için geçerli olacak göreceksiniz…… Yazdığım kadar kalan konu başlıklarını yer darlığından Ağustos sayısına bıraktım…….
Selam ve dua ile. ….
Yorum Yazın