“… Çünkü benim için hiç önemi yok, inanmış inanmamış başkaları. – Lakin tek korkum: Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. – Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.”
Sâdık Hidâyet, Kör Baykuş
İş yerimde cam kenarına dizdiğimiz çiçeklerimizle başlıyoruz her güne. El birliğiyle suladığımız, konuştuğumuz, sevdiğimiz çiçeklerimiz açtıklarında ofisimizde büyülü bir hava esiyor. Orkide, krizantem, kasımpatı, siklamen… Her birimize güzel sebeplerle sevdiklerimizden gönderilmiş olmaları aramızdaki bağı kuvvetlendiriyor. Bir başlangıç yaptığımızda, doğum günlerimizde, başarılı bir işe giriştiğimizde gönlümüzü çiçeklerle donatan sevdiklerimiz…
Hemen yanı başımda, ne zaman dışarıya baksam gözüme çarpan bir pembe siklamen duruyor. Ofise geleli yaklaşık üç yıl oldu. Ona bir misafirmiş gibi baktım önceleri. Her an solacak ve bizimle uzun süre kalamayacaktı. Bir türlü sevemedim onu. Aramıza ince bir tül gibi gerilmişti huzursuzluk. Zaman zaman onu sevmediğimi yüksek sesle söylesem de bana aldırış etmedi. Yüzüme bile bakmadı. Kulaklarını tıkayıp yalnızca işini yapıyordu. Yanındaki her çiçekten güzeldi çiçekleri. Alımlı ve vakurdu.
Pandemi döneminde ofiste olamadığımız süreçte dahi susuzluğa, sevgisizliğe, havasız kalmaya direnmişti.
Sevmediğim, beğenmediğim, fazla renkli, fazla çarpıcı bulduğum çiçeklerini yemyeşil, tazecik yapraklarının arasına almış; ilahi bir düzende kendisine bahşedilmiş güzelliğin farkında olarak devam ediyordu yaşamına.
Pembe siklamen gözümde başka bir imgeye evrilmişti. Bilgeliğine, öz saygısına, olgunluğuna hayranlık duyuyordum.
Öz saygımı artırmaya çalıştığım, dışarıdan onay almaya duyduğum ihtiyacı azaltmaya çalıştığım dönemde onu bulmak paha biçilemezdi. Pembe çiçeklerinin olması güzel bir tevafuktu. Kâinatta her şeyin bir anlamı olduğu gibi renklerin de anlamı var. Pembe, kendine ve diğerlerine duyduğumuz sevgiyi temsil ediyor; dengeyi ve iç güzelliğini…
İyileştirmeye çalıştığımız yanlarımızla yüzleşmeye karar vermeden göremiyoruz yaşamın içinde yer alan mesajları. Kendimizle yüzleşmek şüphesiz her birimiz için oldukça zor. Ancak işte bu bir sanat; yaşama sanatı.
Hiçbir edimimizin yok olmadığı; iyi ya da kötü karşılık bulduğu bir düzen içerisindeyiz. Dünya hayatından sonra dahi yokluğa mahkûm edilmediğimiz, bir kapıdan başka bir kapıya yol aldığımız bu düzen içerisinde sayısız fırsatla, mucizeyle karşılaştığımızı inkâr edebilir miyiz? Göremiyorsak bunun da sonuçlarına yine biz katlanacağız.
“Yaşamın anlamı nedir?” sorusu gezinip duruyor zihnimizde. Yanlış yerlerde aramamız sebebiyle yanıt aramaktan yoruluyor olabilir miyiz?
Kendi içimize, kendi değerimize; fiziksel, ruhsal ve nefis düzeyinde öz varlığımıza dönebilsek, bir bütün olduğumuzu kabullenebilsek rahatlıkla çözeceğiz içimizdeki düğümleri.
Öz saygı, “İnsanın kendine duyduğu saygı, onur, haysiyet, izzetinefis” olarak tanımlanıyor. Dışarıdan gelen onayla ilgili ihtiyaçlarımız ne kadar büyükse korkularımız o kadar artıyor ve öz saygımız tükenmeye başlıyor. Başkalarına bağımlı; onlardan gelen kabul sözcüklerine mahkûm olmaya başlıyoruz. Korkularımız, duygularımızı yönlendiriyor. Duygular ise davranışların sebebi hâline geliyor. Uzun bir zaman geçtikten sonra şanslıysak, davranışlarımızın bizi ne denli yıprattığının farkına varıyoruz. Bu noktada bir şey yine eksik kalıyor: altta yatan sebepler. Duygularımız burada devreye giriyor ve yetersizlik duygumuzu ele almamız gerektiğini anlıyoruz, yine şanslıysak.
Korkularımız yaşamımızın her noktasına sirayet ediyor. Arkadaşlıklarımız, iş yeri ilişkilerimiz, evliliğimiz, çocuklarımızla iletişimimiz, aile bağlarımız… Ruhsal ve fiziksel olarak bir yorgunluk hâli duyumsuyoruz.
Yorgunluktan kurtaracak çözüm yolu yine içimizde bir yerlerde saklı. Hayatımızı ne üzerine kurduysak en çok onunla sınandığımızı anlıyorum. Olmaya çalıştıkça ham kalmak sınavımız.
Peki, ne için çabamız? Sınavı güzellikle, iyilikle geçebilmek. Gün içerisinde defalarca durup, yaşam mücadelesine bir tebessüm arası verip, öz saygı kavramını kendime hatırlatıyorum. Hadsizlikle öz güven arasındaki çizgiyi hiçbir zaman unutmayarak dengeli bir insan olabilmek tüm çabamız.
Rengârenk çiçeklerimizi sevmeyenler, beğenmeyenler olacak elbette. Fikirlerini önemsediklerimiz de olacak. Bütün mesele haysiyetimizi koruyarak, öz benliğimizle çatışmadan dengeli bir yaşam sürebilmekte.
Yorum Yazın