Yönetmenliğini Roland Emmerich’in, başrolerini de Dennis Quaid ve Emmy Rossum’ın oynadığı; “küresel ısınmanın sonrasında Dünya’da yaşanacak ekolojik ve çevre felaketini” konu alan bir film var. Bu film insanoğlunun bitmez tükenmez hırsı ve vahşi kapitalist sistemin canlılara ve çevreye sorumsuzluğu sonucu doğanın dengelerinin bozularak, Dünyada yeniden buzul devri yaşanmasını anlatmaktadır. Tabii gösterilen efektlerde gökdelenler, şehirler su altında kalmakta, iklim gittikçe soğumakta,yeryüzü yaşanmaz hale gelmektedir.
Filmin amacı, insanlığın Dünyayı sürüklediği felaket sona (yarınlara) dikkat çekmekte, bu felaketler gerçekleşmeden, yaşanmadan önlemler alınmasıdır. Bu ve buna benzer bir çok filmde yer aldığı felaketler maalesef günümüzde gerçekleşmektedir. Tüm çağlarda olduğu gibi içinde yaşadığı çağda da insanlığa sözde yön veren ve yöneten egemen güçler, Evrendeki zararlı virüs gibi hem insanlığı, hem de Dünya’nın ekolojik düzenini ve tüm canlılar aleminin habitatını tehdit etmektedir.
İlmin, teknolojinin (sözde) medeniyetin ışık hızıyla ilerlediği bir zamanda, tarihin hiç bir döneminde olmayan vahşetler, saldırılar ve sömürüler uygulanmakta. İçinde yaşadığımız Dünya birçok geri kalmış ülkelerin insanlarına ve işgal altında çiğnenen toprakların üzerinde yaşayan milletlerin çocuk, kadın, yaşlı, genç, mazlum ve masum halklarına işkence, hapishane ve mezar olmaktadır. Güçlü olmayan, birlik olmayan ülkelerin ve toplumların adeta yaşama hakkı bulunmamaktadır.
Eski çağlarda, asker sayısı, atlı birlik, ok, kılıç,mızrakla başlayan tank, tüfek ve toplarla devam eden savaş üstünlüğü, günümüzde balistik füzeler, nükleer başlıklı roketler, kimyasal silahlar gibi kitlesel imha silahlarıyla insanlığın varlığını toptan yok edecek düzeye ulaşmıştır.
Bu askeri savaş enstrümanlarının yanında birde toplumların maneviyatını ve kültürünü hedef alan psikolojik harp silahları var. Geri kalmış ve gelişmekte olan toplumları üretimden ve dayanışmadan koparıp, sadece kendini ve keyfini düşünen emperyalist kapitalist sistemin tüketim köleleri haline getiren stratejileri var. Yetmedi ilk örneğini, Osmanlı’nın son döneminde yaşadığımız “Galata Bankerleri”, son yıllarda da “IMF” ve “Kredi Derecelendirme Şirketleri” gibi, ülkeleri ekonomik ve parasal açıdan çökerten ekonomik kuruluşlar devreye girmektedir.
Bu çizdiğimiz çerçeve içerisinde hem Ülkemizin içinde ve dışında terör örgütleri ve teröre destek veren ülkelerin çıkardığı bölgesel yangınla mücadele ediyoruz. Terörle ve kurgulu darbelerle diz çöktüremeyeceklerini anlayınca erken seçimlerin ilan edilmesiyle birlikte küresel finans kartelleri ve yerli aktörlerince döviz spekülasyonlarıyla ülke ekonomisini çökertmeye çalışmaktadırlar.
“Su uyur, düşman uyumaz” derler ya; elbette dış ve yerli mihraklar fırsatını buldukları zaman her alanda acımasızca saldırıya geçecektir. İnsanın vücudundaki bakteri ve virüs gibi, vücudun zayıf ve yorgun düştüğü anda hemen baş gösterecekler, önce hasta edecekler, vücut direnemezse öldürecekler. Unutulmaması ve ihmal edilmemesi gereken şey iç ve dış mihraklardan, düşmanlardan şikayet etmek, yakınmak değildir. Onlar elbette olacak. Ancak bedeni yöneten beyin, bedeni sürekli güçlü kılacak şekilde tedbirleri alacak, savunmasını sağlayacaktır. Salgın bir hastalık ortamında gereken sağlık tedbirlerini almazsanız, kendinizi güçlü kılmazsanız; en iyi ihtimal hastalık ve ilerisi de yok olma riskiyle karşı karşıyasınızdır. Buna bir de obezite hastalığının sebep olduğu fazla kiloları da eklerseniz, hasta vücuda, hantallığı da eklediğinizde hareket kabiliyeti ve direnme gücünü tamamen kaybetmişsiniz demektir.
İşte insan biyolojisiyle örneklendirdiğimiz bu örneklemede olduğu gibi, ülkelerde yaşayan bir insan gibidir. Milleti beden, devlet yönetimini de beyin gibi düşünmek gerekir.Türkiye gibi riskli bir coğrafyada, iç ve dış sorunlarla uğraşırken ülkeyi yönetecek beyin kadrolar bu bilinç ve şuura sahip değilse, aynen bir beden gibi topyekun varlığımız yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalacağız demektir.
Bir toplumda herkes “ben ne üretiyorum, neyi hak ediyorum” sorusunu kendine sormadan, “şunu isterim, bunu isterim” kavgasına başladıysa iş çığırından çıkmış demektir. İşte o andan itibaren “hak kapanın, mantık ise şarlatanın, güçte zorbanın ve zalimin” olur. İnsanlar inancını doğru anlamadan inandığı gibi yaşamazlarsa, ali menfaatlerine uyar şekilde yaşadığı gibi inanmaya başlarlar. Toplumun bu zaaflarını iyi gören siyasi Zübükzade simsarlar da “ey vatandaşlar çocuklarınıza çağımıza uygun eğitim vereceğiz, her birini yeteneklerine ve eğitimlerine uygun iş alanlarına zemin hazırlayarak istihdam edeceğiz” demezler.
Olmayan kaynaklardan, dibi delik bütçelerden “size şunu verecem, bunu verecem, beş fazla verecem” diye vaat ederek “halk dalkavukluğu” yapmak, sorumsuz ve popülist siyasi simsarlıktır. Eski tabiriyle “göz bayıcılıktır.” Eskiden göz bayıcı denilen dolandırıcılarda, saf veya yaşlı vatandaşları dilleriyle davranışlarıyla ayaktan uyutarak, ceplerini, cüzdanlarını boşaltırlarmış. Sokak ve kahve köşelerindeki bu göz bayıcılar, günümüzde ticaretten, siyasete kadar her kılığa bürünmüş ve her yeri sarmış vaziyetteler. “Kaval elin, yel Allah’ın, üfle babam üfle” anlayışıyla siyaset yapmak ülkeye de, vatandaşa da en büyük kötülüktür. Hiç bir kalkınmış ülke bu anlayışla kalkınmamış ve refah seviyesini yükseltmemiştir.
İktisatta temel kural : “Doğadaki sınırlı kaynaklarla, insanlığın sınırsız ihtiyacını karşılamaya iktisat denir”. Ülke kaynaklarımızın sınırlı olduğu düşünülürse, bilgiyle, teknolojiyle çalışmadan, katma değeri yüksek ürünler üretmeden, ihraç etmeden kazanmamız mümkün değildir. Kazanmadan harcamakta “borç yiyen kesesinden yer” deyişinde olduğu gibi; gün gelir borç bacadan aşar. Sadece devletten bekleyen, hazırdan yiyen ve kendine yetecek ürünleri üretmeyen toplumlar, an gelir birbirini yer.
24 Haziran 2018 Seçimlerine pembe gözlüklerle değil, bu gerçekler ışığında bakmamız, değerlendirmemiz gerekiyor. Varlığımızın devamı ve Devletimizin bekası bu şuura bağlı. Ona göre sandığa sahip çıkıp oyumuzu kullanmamız gerekiyor. Yoksa “Yarından sonra” çok geç olabilir.
Sağ ve esen kalın
Yorum Yazın