Şiirler yazdım, türküler söyledim
En çok birilerini sevdim en çok
Aynalara sürdüm yüzümü olur olmaz yerde
Dişimi çiçeklerle biledim
Yorgunum diyorsam da inanma, değilim
Yaşarım daha yıllar yıllar
Ellerim hep böyle yaramın üstünde
Acının tarihini düşerim
Ahmet Erhan
Kamburuma Üç Sebep, Recep Kayalı’nın üçüncü kitabı. Öykü ve yazılarını Heceöykü ve Edebiyat Ortamı dergilerinden takip ettiğim, kalemi bereketli bir yazar Kayalı.
Recep Kayalı öykülerinin isimleriyle dikkat çeker. Bunun okurun hafızasında yer edinmenin ve merak unsurunu diri tutmanın iyi bir yolu olduğu kanaatindeyim. Kamburuma Üç Sebep’i okurken yaptığım sosyal medya paylaşımlarına gelen yorumlar, kitap ve öykü isimlerinin okuru cezbettiğinin kanıtıydı âdeta. Bu bağlamda Kayalı’yı ruhsal anlamda kendimize yakın bulduğumuz, yaşamımızın bir kesitini izleyeceğimize kanaat getirdiğimiz, ortak duyguları paylaşabileceğimiz bir yazar olarak addedebiliriz.
Her gün kamburumuzun daha da eğdiği başımıza sebepler aramıyor muyuz? Yüklerimizin, yaşama arzumuzu baltalayamaması adına bu sebeplere sıkı sıkıya sarıldığımız gerçeğini inkâr edebilir miyiz?
Kamburuma Üç Sebep, sekiz öyküden oluşuyor. Duygusal yoğunluğun üst seviyede olduğu, tematik olarak birbirine yakın öyküler, gerçekçi bir atmosfere haizdir. Travmatik bir sebeple yaşamı değişen karakterler, Kayalı’nın bir mum yakmasıyla görünmezliklerinden kurtulurlar. Cılız da olsa bir umut ışığı görmek kamburumuzu taşımayı kolaylaştırmıyor mu kimi zaman?
Kaygı duygusunun baskın olarak ele alındığı öyküler, ben-anlatıcının ruh hâline, dünyayı algılayış biçimine odaklıdır. Ancak gerçekten hiç de uzak olmayan betimlemeler ile okurun, karakterleri samimiyetle kucaklamasını sağlayan bir anlatım biçimi benimsenmiştir.
Yazarın farklı anlatım tekniklerinden yararlanması öyküyü diri tutan ögelerden biri olmuştur. Kimi zaman mitolojik bir hikâye ile araya girer ve okuru şaşırtır. Kimi zaman hikâye içinde hikâyelerle girift bir yapı oluşturur. Merak unsurunu sağlam bölüm geçişlerine yaslar.
İç monolog tekniğiyle, karakterin bozuk dünya düzenine başkaldırısı, ilişkilerinin zaman içinde evrildiği yönleri, köklerinden koparılırken duygu durumunun dönüşümü izletilir okura. Karakterlerin bir sebeple kötücül bakışlara maruz kalışı, ötekileşmesi ve bu durumlar karşısındaki tutarlı eylemleri ruhsal betimlemelerle sade ve anlaşılır bir dille anlatılır.
“Dünya yatağımızın altındaki bir canavar gibiyken üzerimize bir yorgan gibi örttük birbirimizi.”
Gökte Uçan Hüma Kuşu’nda sevgiye dair felsefi yaklaşımlarını iç monologlar vasıtasıyla öğrendiğimiz karakter için her şey yolunda giderken, öykü içerisinde ayrı bir bölüm olan Ruh Bükülmesi ile çözülme ânını yakalayacağımız gösterilir.
“Yaşadığını anlaması için acı çekmesi gerek insanoğlunun.”
Sağlam giriş cümleleriyle de dikkat çeker Kayalı’nın öyküleri. Persona Non Grata isimli öykünün girizgâhı, içerdiği psikolojik etmenler ve neden-sonuç ilişkisinin verilmesiyle çok katmanlı bir yapı oluşmasına imkân tanımıştır.
“Babamın içindeki hayvanı düşünüyordum. Kesinlikle kuş değil.”
Gün boyu kol kola gezdiğimiz duygularımızdan dem vuruyor öykülerinde Recep Kayalı. Fark ettirmeden kamburumuzun üzerine giydirdiği görünmez bir pelerinle yaşam sancımıza omuz veriyor. “Ya öyle olursa” diyerek geçen hayatlarımızın hikâyelerini anlatıyor. Başkasının acısını dinlemek kolaydır, ya onları biz de yaşadıysak?
Yorum Yazın