Bir pepe Yaşar’ımız vardı.konuşunca teklerdi kelimeyi çıkarmak için uğraşır dururdu. İyi başladımmı da güzel konuşurdu. Güzel bir insandı. Ülkücü kökenli idi. Bir sendika kongresinde söz aldı ve teklemeden konuştu. Büyük alkış almıştı. Hukuk kelimesine Uguh derdi ve kelimeyi çıkaramaz ise uuuuuuuguh uzatırdı.
Hukuk solcuların eline geçince bizimkilerin açısından UGUH oluveriyor. Ama bizim içimizdeki muhafazakar, dindar, milliyetçi kimselerden Kılıçdaroğlu’na sığınanlara bakılırsa hukuk solcuların elinde de olsa güya adalet adına UGUH, HUKUK oluveriyor.
Ama bizim içimizdeki muhafazakar, dindar, milliyetçi kimselerden bir kısmının sorunu kişilik sorunudur. Hukuk solcuların eline geçince onlarca: ‘hak yerini buluyor, adalet yerini buluyor, hukuk yerini buluyor’. ‘Ben hukuka hukuk mu derim, hukuk solcu ve ateistlerin işine yaramayınca’ mantığıyla hareket ediyorlar. Solcular tarafından tescillenmek onlara kişilik kazandırıyor sanki. Hukuku solcu ve ateişstlerin müktesabastı gibi görüyorlar zannımca. Ben yakınımdaki bazı hukukçulara, savcı ve hakimlere soruyorum durumu. Salt hukuk mantığıyla adalet adına hareket ettiklerini bundan dolayı bizim elimizdeki hukuku beğenmediklerini ve solcuların elindeki hukuku adeta savunduklarını gözlemliyorum. Buna gerekçe olarak gerçek adaleti savundukları kılıfını giiydiriyorlar.
BAROLAR KONUSU
Daha evvelki yazılarımda da yazmıştım. Solcular ve ateistler yani hukuku Cumhuriyetin kuruluşundan beri elinde tutanlar iplerini kendi elleriyle çektiler. Ne güzel Barolar ellerindeydi. İstedikleri gibi at oynatıyorlardı. İktidara, milletin temel değerlerine, sövüyorlardı sayıyorlardı. Bizim sağcı hukukçuların bazısı da onlardan yana tavır alıyorlardı. Gül gibi geçinip gidiyorlardı. İktidara karşı olan kinlerini dizginleyemedikleri için aşırı tepkileri onların nimetlerinin ellerinden alınmasına sebep teşkil ediyor ve akıbetlerini kendileri tayin ediveriyordu böylece.
Bir iki örnek vereyim:
1. Reis’i Belediye başkanlığından aldırdılar. Halk kahramanı olarak geri döndü.
2. Nitelikli çoğunluk icat ettiler. 367 garabetinden sonra Abdullah Gül’ü seçtirmediler. Üstelik Anayasa Mahkemesi bu nitelikli çoğunluğu onayladı. Sonunda Cumhurbaşkanlığını halkın seçmesi neticesinn, arkasından da Başkanlık sistemine geçilmesinin sebebi bunlardır.
3. Bir atasözü vardır: ‘Eceli gelen ….. cami duvarına siyer’miş. Durup dururken dinin başkanına sövüp saymaya başladılar. Böylece çoklu baro sistemine geçilmesinin sebebide aşırı hırs gösteren ateis solcu baroculardır.
Yahu ne evirip çeviriyorsunuz. Değdiydi değmediydi diyerek. ‘Barolar siyaset yapacak bundan sonra’ diye. Halk arasında konuşulduğu şekliyle söyliyeyim: ‘Siz şimdiye kadar barolarda solculuk adına siyasetin daniskasını … yapmadınız mı? üstelik milletin temel değerlerine saldırarak.
Solcu barolar siyasetin alasını yaptılar. Siyasetin daniskasını yaptılar. Bunların yaptığı siyaset dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Delirmişçesine siyaset yaptılar. Çılgınca siyaset yaptılar. Sadece siyaset yapmakla kalmadılar. Bidayetten beri milletin değerlerine sövüp saymaları da bunun cabasıydı.
Buradan şunuda söyleyebilirim. Baroya paralel siyaset yapan ne kadar solcu oda ve dernek varsa, millet ile barışmalı. İktidar hırsı ile bu çocuksu halleriyle, iktidara ve millete göz içine baka baka, demokrasi ve barış söylemi altında aykırı eylemlerinden vazgeçsinler. Bu bir tavsiyedir. Asla bir tehdit değildir. Öfke ve kin uğruna şuursuzca istikballerini ve keyiflerini kaçıracak kararlara zemin hazırlamasınlar.
AYASOFYA
1977 yılında gitmiştik İstanbul’a. hem de Ayasofya’yı açmaya. Şaka değil inanmıştıkta açacağımıza. Sabahleyin erkenden vardık. Çimlere uzandık. Hadi deseler mecalimizde kalmamıştı yorgunluktan. Kasım başkandı galiba ‘Bizi askerle polisle karşıkarşıya getirmek istiyorlar’ demişti. Ardından Hoca’nın Taksim Mitingine katılmış ve tekrar memleketlerimize dönmüştük. Türkiye’nin her tarafından katılım olmuştu.
Milletin büyük çoğunluğu sevinmiştir. Reis’in bu Ayasofya işini tereyağından kıl çeker gibi halletmesine. Kimler sevinmedi dersen Solcular ve bir kısım dindar, muhafazakar ve milliyetçi kesim yani Kılıçdaroğlu’na sığınanlar.
Şaşıyorum; ‘Cami mi yoktu namaz kılacak’ cinsinden yorum yapan çocuksulara. Sezai Karakoç’un diliyle benzetme yapıyım bunlar için: ‘Büyüyüpte çocuk kalmak dünyada en tehlikeli iştir’ şeklinde. Bu sözlerim ateist ve solculara değil. Onlara alet olanlara. Yoksa onlar her türlü hafifliği gösterirler.
Ayasofya ümit halinden çıkartılamaz. Ayasofya 1453 te kilise iken cami yapılmıştır. 1934 de ise cami iken müze yapılmıştır. Bu gün kilise den camiye çevrilmiyor. Müzeden camiye çevriliyor. Caminin üzerindeki müzelik örtüsü kaldırılıyor.
567 yıl cami olarak kalmıştır. Cami oranın müktesabatıdır. 86 yıl müze olmuştur. Müzelik zamanı camilik zamanından çok çoook kısadır.
Reis Ayasofya üzerindeki 86 yıllık zincirleri kıran biri ve ne güzel liderdir. Onun arkasında dua, sabır ve metanetiyle duran bu millet ne güzel millettir’.
İlk dünya harbinden sonra koskoca İslam alemi lidersiz kalmıştır. Müslümanlar dünya siyasetinde başsız ve temsilsiz kalmıştır. O zaman İslam alemini temsil eden bir tek devlet ve organizasyon kalmamıştır. Osmanlı’nın bıraktığı topraklar üzerinde yaşayan devletlerin hiç birinin İslam diye bir derdide yoktur zaten. İşgalciler bu kurulan devletleri İslama bir alan açmamak üzere kurdular veya kurduttular. Olması muhtemel olan Türkiye ise Hilafeti kaldırmak suretiyle bu liderlikten geri durmuştur. Türkiye, böyle bir iddiadan vazgeçerek baş olmama iddiasızlığını kabul etmiş veya o şartlarda ettirilmiştir. Garip olan İslam aleminin başsız kaldığı ortamda Ayasofyanın müze olmasıdır. Müslümanların tarih bilinci ileriye dönük olmalıdır. İşte Ayasofya bunun ısbatıdır.
Reis’in bu kararı basit bir karar ve kararnameden ibaret değildir. Millet bilinci ve iradesi ileriye dönük düşünmektedir. Arka planında Türkiye’nin bütün dünyada Ayasofyanın sorumluluğunu üstlenebilecek bir güce ve kararlılığa sahip olması yatmaktadır. Bu karar basitce bir camiye çevrilme olayı değildir. İslam alemine bir tercümanlıktır.
Reis konuşmasında: ‘Ayasofya’nın dirilişi, Mescidi Aksa’nın özggürlüğünün bir habercisidr’ diyerek bunu islam alemi ve dünya
nezdinde dillendirmiştir.
Reis ayrıca: ‘Bu gün Ayasofya’nın dirilişi, dünyadaki müslümanlarla birlikte, tüm dünyadaki mazlumların, mağdurların, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin umut ateşinin yeniden alevlenişidir. Türk milletinin, müslümanların ve tüm insanlık aleminin dünyaya söyleyecek yeni sözleri vardır’ demekle ufkunu ortaya koymuştur.
Muhalif Arap devletlerinin dışındaki İslam alemi bu açılışa çok ama çok sevinmiştir. Türkiye toplum ortalaması da bu sevinci dünyaya örnek olarak yansıtmıştır.
Türkiye’de çoğunluk sevinçte ittifaktır. Kem küm diyenler olabilir olduda. Hem siyasetten, hem medyadan, hem toplum temsil kuruluşlarından v.s v.s. olacak o kadar. Bir kısım duyulamaycak ve işitilmeyecek kadar kısık sesli itirazlar, sevinç gürültüsünde kaybolmuş gitmiştir. Bizim muhafazakar camiadanda küm kem diyenlerin o kısılmış seslerini duyar gibiyim. Onlar da Kılıçdaroğlu’nun kahve hatırına sevinçli gibi görünmek mecburiyetinde hissediyor kendilerini. Muhafazakar camianın yanında Fatih’in ve Reis’in ve de milletin hatırıda olmalıydı.
Nitekim Kılıçdaroğlu Cuma günkü açılışa davet edildiği halde gitmeyecekmiş. Tabiki dünyaya birlik değil ayrılık ve aykırılık mesajı vermek istemiştir. Kendisinin ve camiasının bu Ayasofya statüsüne razı olmadığını belirtmek istemiştir elbette. Millet bunlara bir fatura kesmesine keserde ah o muhafazakar ve de dindar sığınmacılar olmasa.
Alah, akıbetimizi hayreylesin. Benim yaş kuşağım. Yaş ortalaması 60-70 olanlar bu günleri gördüler ya gam değil çektiklerimiz. Allah Reisten razı olsun. Onun üzerinden elini çekmesin. Onun üzerinde bulundursun. Nimetin şükrünü eda edelim ki, nimet bu güzel ümmetin elinde süreklilik arz etsin... Amin….
Selam ve dua ile……
Yorum Yazın