Oğlum Eren on beş yaşına geldi. İnsan çocuğunu elbette sever ama ben Eren’in sohbetini, sakinliğini ve olgunluğunu çok sevdiğimi de eklemek istiyorum. Gerçek bir iletişimden söz ediyorum elbette; saygıyı, sevgiyi, etkin bir dinlemeyi barındıran bir sohbetten.
Aynı dili konuşabildiğimiz on kişi sayabilir miyiz kolayca? Değerlerimizin uyuştuğu, öğrendiğimiz, öğrettiğimiz; birlikte tam olma hâli yaşayabildiğimiz kaç kişi var?
Eren’le sohbetlerimiz o yaş aldıkça o kadar derinleşti ki, anneliğin sürekli bir tepe aşmak gibi olduğunu keşfetme sürecini yaşıyorum. Gözümde büyüyen her yıl geçip gittiğinde büyüleyici bir manzara ile karşılaşıyorum.
Çocuğumuzun hangi özelliklerini seviyoruz düşünüyor muyuz? Onun gözünden kendimize bakabiliyor muyuz? Rutin bir sevgiden çok daha fazlasını hak ediyor ebeveyn çocuk ilişkisi. Emek istiyor, sabır istiyor. Birbirimizi gerçekten tanıyınca terimlere sıkışıp kalmıyoruz. “Sen onun annesisin, arkadaşı değilsin; çocuk o şekilde büyütülmez; sen şımartıyorsun.” gibi onlarca direktif/eleştiri duymuşuzdur. Nitelikli bir iletişimde olması gerekenleri bilerek davransaydık her şey çok farklı olurdu. Toplum içerisindeki tanımlamalardan/rollerden kurtularak yalnızca “anne-baba” olmayı denemek lazım kanaatimce.
Eren’le, özellikle şehir içi yolculuklarımız esnasında sohbet ediyoruz. Telefonuyla uğraşmak yerine benimle sohbeti tercih etmesi büyük bir mutluluk sebebi. Rap müzik seviyor; benim başıma ağrılar saplanmasına sebep olan bir tarz aslında ama şarkıların hikâyelerini anlatıyor, heyecanla sevdiği şarkıları dinletiyor. Birbirimize her konuda saygı duymayı öğrendik zaman içerisinde.
Zaman zaman birbirimize bir soru sorup konu üzerine sohbet ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde yine bir yolculuk esnasında “Şu ana kadar ki hayatını tekrar yaşayabilme imkânın olsaydı neyi farklı yapardın?” dedi. Mülakat sorusu gibi değil mi, donakalıyorsunuz bir süre. Zekice ya da çocuğum olduğu için öğretici bir yanıt verme zorunluluğu hissediyordum önceleri. Birkaç yıldır kendimi daha iyi tanımamla bu da değişti. Kusurlarımı bilsin istiyorum. Hatalarımı, utandığım şeyleri, uyanış anlarımı, ağladığımı, beni neyin güldürdüğünü, içimin yandığı anları; insana dair ne varsa annesine de verildiğini, sınavlarımı, dualarımı, korktuğumu…
Cevabım, “İnançlarımın gerektirdiklerini derin bir bağlılıkla yapmak” şeklinde oldu. Yanıtımın çok geniş kapsamlı olduğunu anladığını söyledi. “Başkaları ne der” diye kendi değerlerimizi yaşayamadığımızı ya da kendimizi beğendirmek adına bazı güzel özelliklerimizden vazgeçtiğimizi söyledi. Bu kadar gözlemci olması iyi mi bilemiyorum ancak çok doğru bir noktaya değindi. Nefsimiz tarafından her geçen gün daha fazla ele geçirildiğimize şüphe yok. Güzel hasletlere sahipsek bile onu elde tutmak da zorlaşıyor.
Uzun ve güzel bir sohbetin sonunda aklıma uzun zaman önce okuduğum bir söz geldi, iyi bir liderin büyük kulaklara ve büyük bir kalbe sahip olması gerektiğini söylüyordu. Yaşamının tüm sorumluluğunu üstlenen, dinleyen, anlayan, kendini ve başkalarını tanımaya çalışan insanları lider olarak görüyorum ben. Bunlarla bir fark yaratmış oluyoruz; karşımızdaki üzerinde olumlu bir etkimiz oluyor. Eren’e de söyledim, beni böyle can kulağıyla dinleyen kıymetli insanlardan biri de oğlum olduğu için şanslıyım.
Ya siz, büyük kulaklara ve büyük bir kalbe sahip bir lider misiniz? Ve Eren’in sorusunu size de yöneltiyorum elbette, siz neyi/neleri farklı yapardınız?
Yorum Yazın