yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan
ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım
kıymetini bilmediğimiz şeyler var
Barış Bıçakçı
2017 yapımı Pelin Esmer’in yönetmenliğini yaptığı İşe Yarar Bir Şey, sanatın birçok dalını içinde barındıran atmosferiyle büyüleyici bir film. Senaryosunu Barış Bıçakçı ve Pelin Esmer’in kaleme aldığı filmin görüntüleri etkileyici. Görüntü yönetmeni birçok başarılı yapımla tanınan Gökhan Tiryaki. Her yönden iyi bir ekibin ürünü İşe Yarar Bir Şey.
İyi filmlerin de iyi kitaplar gibi insan ruhunun ince yerlerine dokunduğu kanaatindeyim. Kimi film duygu dünyamıza girerken kimi motive eder, kimi öğretir. Filmlerin besleyici yönüne önem veriyorum. Mesela biyografi filmleri hem öğretici olmaları hem de bizi ayağa kaldırmaları bakımından sık sık izlemeye çalıştığım bir tür.
İşe Yarar Bir Şey, Leyla ile Canan’ın trende geçen hikâyesini ele alır. Tren imgesi boşuna kullanılmamıştır elbette. Tren sizlere ne anımsatır bilmem ama bana yavaş yavaş bir noktaya varışı anlatır. Yaz mevsimiyle bağdaştıramam mesela. Soğuk ve telaşsız yolları anlatır tren yolculuğu. Ruhumuzda bir yere varma telaşı olabilir; tren ise hayatın bize sıklıkla hatırlattığı gibi sakin kalmayı öğütler.
Leyla, İzmir’e yirmi beş yıl sonra lise arkadaşlarıyla buluşmaya gitmektedir. Canan ise sır gibi sakladığı, için için kavrulduğu bir sona yardım etmeye giden bir hemşiredir. Leyla karakterine hayat veren Başak Köklükaya’nın asaleti, oyunculuğu; bakışlarıyla, duruşuyla rolüne katkısı muazzam bir sonuç ortaya çıkarıyor.
Öykü Karayel’in hayat verdiği Canan karakteri sessiz, tedirgin ve düşüncelidir. Görevinin ağırlığı büsbütün bükmüştür belini. Leyla ise iletişimi güçlü, gözlemci; Gülten Akın’ın İlkyaz şiirindeki gibi ince şeyleri anlayan bir karakterdir. Canan’ın bir sıkıntısı olduğunu anlar.
Leyla dolu dolu yaşayandır. Şairlere has bir gözlem içindedir devamlı. Esen rüzgârı takip eder, kuş sürülerini kaçırmaz; gözlere bakar, onlarda hüznü ve neşeyi, şarkıları, vedaları duyumsar.
Tren yol aldıkça şehirleri, apartmanlardaki insan manzaralarını görürüz Leyla’nın gözüyle. Gülten Akın’ın Kırmızı Karanfil’i elindedir Leyla’nın. Birkaç dize geçer gözümüzün önünden.
İzmir’e vardıklarında ara sokaklarda bulunan aynalara bakar Leyla. Ayna imgesi yüzleşmeyi simgeler. Canan’ı bırakamamıştır. Tren yolculuğu esnasında sıkıntısını nasıl anladığını soran Canan’a, cama yansıyan görüntüsünde saçlarını hiç düzeltmediğini, kendisine hiç bakmadığını söyler. Kadın hâllerinin önüne geçmiştir içinin sıkıntısı. Canan kimi zaman dönmek istese de Leyla’nın varlığı güç verir bir süre sonra.
Canan’ın zor görevine konu olan felçli hasta Yavuz rolüyle Yiğit Özşener çıkar sahneye. Kişi yatağa bağlıysa ölme hakkı var mıdır sorusunu irdeler burada film. Canan sessizdir. Leyla ile Yavuz’un edebiyata ve şiire dair muhteşem diyalogları hafızamıza kazınır.
Yavuz’un kararını değiştirebilmeyi, ertelemeyi arzular Leyla içten içe. Cortazar’ın Bir Sarı Çiçek öyküsünü anlatır.
“Çünkü günlerden bir gün ölecektim. Bizler için bir daha hiç çiçek olmayacaktı, bir daha hiçbir şey olmayacaktı, hiçlik de buydu işte. Bir daha hiç çiçek olmaması.”
Hiç olmaya, bir daha hiç çiçek olmamasına nasıl hazır olabilir insan, ne zaman hazır olur bir insan ölüme, ne olursa?
Film bittikten sonra Barış Bıçakçı’nın Bir Kitabın Sayfaları şiirini Evgeny Grinko’nun Field bestesi eşliğinde okudum defalarca. “Yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim” dizesinin düğümlerini ancak piyano ve çellonun uyumu ile çözebilirdim.
Bir kitabın arasında kuruturken bizi zaman, İşe Yarar Bir Şey tül perdeler arasından geçen hüzünlü bir rüzgârdı, şiir gibi bir rüzgâr.
Yorum Yazın