Kur’ân’ı Kerim’deki şiir ve şair aleyhine olan ayetler, Peygamberi hicveden müşrik şairlerin itham ve saldırıları üzerine nazil olmuştur.
Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyar.’ (Şuara:224) ‘Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?’ (Şuara:225-226)
Bu müşrik şairler:
· Abdullah b.ez-Zibara
· Hubeyre b.Ebi Vehb
· Şafi b.Abdi Menaf
· Ebu Azze Amr b.Abdillah
· Umeyye b.Ebis-Salt
Kendisini hicveden şiiri yasaklayan şu hadisi de aynı bağlamda düşünmek gerekir:
‘Yemin ederim ki, sizden birinin içi, onu kemirip bitirecek ölçüde kan ve irinle dolsa, bu, içinin, benim hicvedildiğim şiirle dolu olmasından iyidir’
Yukarıdaki ayetlerin nazil olmasından sonra Müslüman şairler sıkıntıya düşmüşlerdir. Bunlardan;
· Abdullah b.Revaha
· Ka’b b.Malik
· Hassan b.Sabit
· Ka’b b.Züheyr
Önemli Müslüman şairler ağlayarak Hz. Peygambere gelmişler: ‘Ey Allah’ın Resulü! Şüphesiz Allah, şairler olduğumuzu bildiği halde bu ayetleri indirdi ve biz helak olduk’ bunun üzerine yukarıdaki ayetlerin devamı olmak üzere; ‘Ancak iman edip iyi şeyler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savu nanlar başkadır. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini yakında göre cekler’(Şuara:227) mealindeki ayet inmiş ve Peygamber, bu ayeti endişe içindeki Müslüman şairlere okuyarak: ‘İşte bu ayette sözü edilenler sizlersiniz’ demiştir. Hakkın savunucusu Müslüman şairleri o kötü hallerden müstesnadırlar. Bunlar sadıktırlar, bunlara tabi olanlar sapkın değildirler. Böylece Kur’ân’ı Kerim’in diliyle şiirde ‘Haram’ ve ‘Helal’in sınırları belirlenmiş olur. Bu şiir ve şair hikmetine de akıl erdiremeyenler, Allah Resulünü hicvedici küfür şairlerine karşı inen ayetleri, topyekûn şiir ve şaire sanmış ve Allah Resulünün en fazla lütuflandırdıkları ve temellendirdikleri bir müesse seyi batırmaya savaşmışlar.
Arapların Uğraş alanları
“iki uğraşları var:
· Ticaret
· Fesahat (güzel söz söyleme, güzel konuşma)
Bunun iki yolu:
· Para kazanmayla,
· Mana kazanma yolu…
Ticaret: Hemen hepsi ticaretle uğraşıyor… Ziraatla uğraşanlara hor gözle bakılıyor. Nasıl ki, küfür kuduzu Ebu Cehil, Bedir gazasında kendisinin bir çiftçi (Abdullah İbn Mesut) tarafından öldürülmekte olduğunu görünce utanç duyacak.
Fesahat (Güzel konuşma): Şair ve şiir onlar için her şeydi. Eski zamanda şiire; ‘Arabın Defteri’ deniliyordu. Arapların şu atasözü meşhurdur: ‘eş-Şi’ru Divan’ul Arap’ yani ‘Şiir, Arapların arşiv dairesidir’
Ukâz çarşısı-Panayırı
Muayyen zamanlarda kurulan panayırlar şiirin gelişmesinde büyük rol oynuyordu. Kurulan bu panayırlar bir nevi edebiyat şöleni idi. Zilhicce ayında açılan panayırlar 20 gün sürerdi. Taif’le Nahle arasında bulunan Sûkı Ukaz, panayırların en büyüğü idi. Karşılıklı şiir okudukları Pazaryeri. Çoğunlukla şiir yarışmaları burada tertip edilirdi. Her taraftan şairler, toplanırdı. Güzel şiirler, söz alanında yarışlar olurdu.
· Burada biçim biçim, çeşit çeşit insan…
· Müthiş bir uğultu…
· Her türlü alışveriş, köpürüş, fıkırdayış…
· Giyecek, yiyecek, türlü eşya alıp satanlar…
· Çeşitli marifet gösterenler…
· Ve birden dipsiz sükût…
· Şiir okunuyor.
Okur ve yazar olmadıkları halde Araplar çok güzel şiir söylerler, daima düzgün ve güzel söz söylemekle övünürlerdi.
Birinci Kâbe duvarına asılır: Şairler ve hatipler bu yarışta bütün marifetlerini ortaya koyarlardı. Sonunda jüri tarafından birinci seçilen ‘Aferin’ alan şiir, keten bez üzerine altın yaldızla yazılarak Kâbe duvarına asılırdı. Muallaktı Seba ‘Yedi askı’ Kâbe duvarına asılan yedi kaside bu yoldan geldi ve Kâbe’ye asıldı. Birincisi İmrü’l-Kays’ın kasidesi olup, en yukarı asılmış ve Hz. Muhammed’in Peygamberliğine kadar öylece kalmıştı.
‘Mekke’de bir çarşı, Ukaz Çarşısı;
Çarşı ki, nereden baksan karşısı…
Düşünce merkezi, şiir meydanı…
Sanki bir kürsüde dil buhurdanı’ (N.Fazıl:50)
Cahiliyet zamanında Arapların edebiyatta bu derece ilerlemeleri dikkat olunacak, ibret alınacak bir özelliktir. Belki de Arap dilinin o derece yükselmesi, Allah tarafından bu dille bir kitap indirileceğine işaretti.
‘Cennet dili, gökler gibi bir lisan…
Bir mucize bekler gibi bir lisan…”(N.Fazıl:51)
Kızıl Devenin Süvarisi Kuss b.Saide
Âdem’den başlayıp Peygamberler Peygamberinde kemale erecek olan Müslümanlığı sezenlerden biri, Kızıl Devenin Süvarisi Kuss Bin Saide. Hz. Muhammed’in geleceğini önceden haber vermiş olanlardan birisi de ‘İyad’ kabilelerinin ulusu olan Saide oğlu Kuss’dır. Yüz yaşını geçmiş bu ihtiyar, gelecek olan Nebi hakkında insanları bilgilendir mekte ve onları imana hazırlamaktadır. Onun, Ukaz Panayırında Peygamber Efendi mizin de aralarında bulunduğu ve peygamberliğinden bahsettiği konuşması hikmet ve ibret doludur. Panayırda halka hitap ediyor. İşte kısaca bu konuşma:
‘Ey insanlar!
Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız!
Yaşayan ölür; ölen yok olur; olacak neyse olur.
Yağmur yağar, otlar biter.
Çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar.
Sonra hepsi yok olup gider.
Olayların ardı arası kesilmez. Hemen birbirini kovalar.
Kulak veriniz, Dikkat ediniz.
Gökte haber, yerde ibret alınacak işaretler var…
Yeryüzü bir büyük divan, gökyüzü bir yüksek tavan…
Yıldızlar yürür, sular durur…
Gelen kalmaz, giden gelmez.
Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar?
Yoksa orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar?
Yemin ederim, Allah’ın (c.c.) indinde bir din vardır ki,
Şimdi içinde bulunduğumuz dinden daha sevgilidir.
Ve Allah’ın gelecek bir Peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakındır.
Gölgesi başımızın üstünde…
Ne mutlu O kimseye ki, O’na iman eder; O’da kendisine hidayet.
O’na isyan ve düşmanlık edecek olana da eyvah!
Ömürleri, gafletle geçen topluluklara eyvahlar olsun!
Ey insanlar!
Hani babalarınız, dedeleriniz, atalar? Nerede soy sop?
Hani ya süslü saraylar ve mermer binalar yükselten Ad ve Semud kavmi?
Hani ya dünya varlığından gururlanıp da: ‘Ben sizin en büyük rabbiniz değimliyim’
Diyen Firavun ve Nemrut?
Onlar zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok üstündüler.
Ne oldular? Toprak onları değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı.
Kemikleri bile eriyip gitti.
Çatıları yıkılıp süpürüldü.
Şimdi onların mekânlarını köpekler şenlendiriyor.
Sakın onlar gibi gaflete düşmeyin, onların yolundan gitmeyin!
Her şey fani; baki olan Allah… Ortaksız ve benzersiz, mutlak bir Allah…
Tapınılacak ancak O… doğmuş ve doğurmamış olmaktan münezzeh Allah.
Evet, evet…
Olup bitenlerde, gelip geçenlerde, bize ibret olacak çok şey var…
Ölüm bir ırmak…
Girecek yeri çok ama akacak yeri yok…
Büyük küçük hep göçüp gidiyoruz.
Giden geri gelmiyor.
Kesin olarak biliyorum ki,
Herkese olan, size ve bana da olacaktır.
Mekke’de bir yer, Ukaz çarşısı; sadece bir alış veriş merkezi bir panayır değil aslında. Düşünce merkezi, şiir meydanı, bir kürsü, güzel söz söyleme yeri. Bu güzel konuşma nın manzum versiyonunu Necip Fazıl’ın ‘Esselam’ daki mısralarından bir kısmını aktarıyorum:
‘İşte bu meydanda bakın ne cilve:
Orta yerde, kızıl tüylü bir deve;
Devede yaşlı bir adam, süvari;
Hikmet besteliyor evliyavari:
‘Girilir bir sudur ölüm, çıkılmaz!
Bana bir şey göster, çökmez, yıkılmaz!
Bir din var ki, üstün, Allah indinde;
Geçmez zaman, batmaz güneş bu dinde.
Bir de Resulü var, hakkın, gelecek;
O’ndadır pörsümez güzel ve gerçek.
Keşke ümmetinden olabilseydim!
Ne çare, kapımda ecel, baş eğdim.’
Yazık! Bilmiyor ki, bunları diyen:
İnsanlar içinde, onu dinleyen,
Bahsettiği Resul bulunmaktadır.
Neylesin ki, henüz basamaktadır.
‘O’nu sevin, diyor; O’na güvenin!’
Süvarisi kızıl tüylü devenin.’(N.Fazıl:51)
Dinleyenler arasındaydı: Bu muazzam konuşma yapılırken, Allah Resulü de dinleyen ler arasındaydı ve Kuss Bin Saide’yi dikkatle dinliyordu. Fakat konuşmacı işaret ettiği Peygamberin kendisini dinlediğini bilmiyordu. Allah insanı hangi sırlara kadar eriştiriyor da, hangi sırların eşiğinde çaresiz bırakıyor? Saide oğlu Kass’u Son Peygamberinde orada kendisini dinlediğini bilmiyordu. Arası çok geçmeden Peygamberlik geldi. Fakat o öldüğünden, gelip de görüşmek kendisine kısmet olmadı. Bir müddet sonra da vefat etti. Ancak kabilesi peygamberlik geldiğinde gelip Müslüman oldular.
Anıların teyidi: Yıllar geçecek onu akrabaları Allah Resulü’nü ziyarete gelecek, İbn Saide’den söz açılacak ve onun o gün anlattıklarıyla anılar, yeniden tazelenecekti. Hz. Muhammed (s.a.v): Saide oğlu Kass’un Ukaz panayırında deve üzerinde; ‘yaşayan ölür, ölen yok olur, olacak olur’ diyen konuşması aklımdan çıkmaz.’ diye buyurdu. Huzurdaki bir Arabi ve Ebubekir (r.a) konuşmasının tamamını okudu. Hz. Muhammed (s.a.v) de: ‘Umarım ki, Allah (c.c) Kıyamet gününde Saide oğlu Kass’ı ayrıca bir ümmet olarak diriltsin’ diye buyurdu. Bu ihtiyar bilge İbn Saide, Haremde Haşimlerden peygamberin geleceğini şiirinde şöyle anlatmıştır:
‘Yarattıklarını abes yaratmayan Allah’a hamd olsun.
İsa’dan sonra bizi boş bırakmayan ve lütufda bulunan.
Aramızdan Ahmed’i gönderecektir ki,
O gönderilen en hayırlı bir Nebi’dir.
Her bir canlı, nefes alıp hareket ettikçe
Allah’ın selamı O’na olsun.’ ( İbn Saide)
Resulü Ekrem: ‘Kur’an’a benzer bir söz söyleyemezsiniz’ diye bütün şair ve hatiplere meydan okurdu. O sırada: ‘Bu Kur’ân’ın eşini meydana getirmek üzere bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı olsalar da, O’nun benzerini meydana getiremezler. İnsanların pek çoğu ise, kâfirlikte ayak dirediler’ (İsra:88-89)’ manasına gelen ayet geldi.
‘Birleşse insan ve Cin,
Kur’ân’a denk söz için,
En küçük parçasına misil getiremezler
O esrar kapısından içeri giremezler.
Ve yolu çelinseydi
‘Dağa taşa inseydi,
Haşyetinden dağ ve taş paramparça olurdu.’
Dağlar pamuk yığını, taşlar sırça olurdu.’ (N.Fazıl:116)
Belagatta herkesi kemiklerine kadar eriten Nuh tufanına dair bir ayet indi: ‘Ey arz, suyunu yut; ey sema suyunu tut! Ve su çekildi ve Allah’ın kazası yerine geldi’ Belagat tabakalarının en yüksek derecesinde bulunan ayetlerden: ‘Ey yer suyunu çek. Ey gök suyunu kes.’ Manasına gelen ayet gelince şair ve edipleri pek çok etkiledi, sanki iliklerine işledi. ‘Ve denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut’ su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cudi Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi. (Hud:44) ayetlerini işitince, Kur’ân’ın nazil olmasıyla:
Sen geldin şiirin kal’ası düştü
Öldü şairlerin ilham perisi
Kâbe duvarında altın harflerle
Parlayan şiirler demire kesti
Sözlerin üstünde bir söz getirdin
Battı şuaranın söz saltanatı.” (Tayip Atmaca)
O zaman İmriül-Kays’ın kız kardeşi O ayeti işittiğinde: ‘Artık kimsenin bir diyeceği kalmadı. Kardeşimin şiiri de övünülecek yerde duramaz’ diyerek gitti İmriül Kays’ın kasidesini Kâbe duvarından indirdi. Onun alt tarafındaki asılı şiirler de ve yedi askı birer birer indirildi. Sahih hadis kitaplarında yer alan birçok hadistende anlaşıldığı üzere, kötülüğü ifade etmeyen ve iyi maksatla kullanılan şiir, yukarıda kötülenen şiirden istisna edilmiştir. Nitekim Ashabı Kiram arasında Resulü Ekrem’in takdirlerini kazanmış birçok şairler bulunmaktaydı. Mesela Hz. Peygamber’in, Hassan b.Sabit’e, ‘Müşrikleri (şiirlerinle) hicvet, bil ki muhakkak Cebrail de seninle beraberdir’ buyurduğu rivayet olunmuştur. Muhammed (s.a.v)’in şu hadislerini hatırlatalım: ‘Hikmet ve bilgelik dolu ne şiirler vardır; öyle bir hitabet ve beyan sanatı vardır ki bu, insanı adeta büyüler, tesiri altına alır.’ (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi) Resulullah, İslam davasını savunmaları için etrafında daima şairler bulundurmuştur; yine bir gün: ‘Şair Hassan ne zaman iman lehine ve bu uğurda şiirler kaleme alsa, Cibril ona yardım eder.’ (Buhari) Buna mukabil hayasız ve rezil Arap şairi İmrul-Kaysı kötülemiştir.
Kur’ân ve Hadis gibi iki ana kaynaktan ayrı, o çağda inşad edilmiş şiirler veya Resulullah’ın hayatındaki hadiselere dair yapılmış tavsif ve telmihler, diğer kıymetli bilgi kaynaklarını teşkil ederler. Arap’ta ve özellikle Kureyşlilerde şiir sanattır. Abdülmuttalib öldüğü zaman 6 kızına söyleyecekleri mersiyeleri ölmeden söylettirip dinlemiştir. Allah’a ve esrara, yani kendi iç gayesine, vücut hikmetine bağlı şiir ve şair, Allah Resulü tarafından en büyük himayeyi gördü.
Nitekim Hz. Peygamber, müşrik bir şairin söylediği, ama hikmet içeren şiiri dinlemiş; dinlemekten de zevk almıştır. Arap şairlerinden birçoklarının şiirlerini okuttukları ve bazıları için: ‘İlahi hikmete ve tevhide ne kadar yaklaşmış!’ dedikleri vaki. Sahabeden Amr b.Şerid: ‘Bir gün Resulullah bana: ‘Ümeyye b.Ebus-Salt’ın şiirlerinden ezbere bildiğin varmı’ dedi. ‘Evet’ diyerek bir beyit, bir beyit daha okudum. Sonrasında O ‘daha fazla oku’ deyince ‘ben de kendisine tam yüz beyit okudum.’ Resulü Ekrem: ‘Ümeyye Müslüman olmaya yaklaşmıştır.’ ‘Ümeyye’nin şiiri iman etmiş, fakat kendisi dalalette kalmıştır’ buyurdular. Adı geçen Ümeyye b.Ebus-Salt, cahiliye döneminde söylemiş olduğu hikmet içerikli şiirleriyle meşhur olmuş bir şairdir. Hz. Muhammed peygamber liğini ilan edince kıskanmış ve iman etmemiş; şiiriyle hicvetmiş ve müşriklere destek olmuştur. Eşiatül-Lemeatta, beyan ve şiir babında diyor ki, Hz.Aişe’nin bildirdiği hadiste, ‘Şiir, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür’ buyruldu. Yani, vezin ve kafiye, bir sözü çirkinleştirmez. Şiiri çirkin yapan, manasıdır. (İslam alimleri ansiklopedisi:1/162) Hz. Peygambere göre şiiri güzel ve kıymetli kılan temel niteliklerden biri, muhtevasında sahip olduğu ‘’Hikmet’tir. ‘Şüphesiz şiirin bir kısmında hikmet vardır/ Kimi şiir vardır ki, hikmettir’
‘Kelam vardır ki sihir,
Hikmettir bazen şiir…’ (N.Fazıl:127)
‘Tekmeleyiver…
Sade pek sövme ki, Peygamberimiz şiiri sever
-Vakıa ‘İnne-mineş-şiiri…’ büyük bir nimet;
Dikkat etsen: Yine sevdikleri, lakin hikmet’ (M.Akif Ersoy Asım)
Hz. Peygamberin bir kadın şairi (*) de dinlediği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber en-Nabigatul-Cadi (Ö.50/670) adlı şairden şiir dinlemiş ve onun için: ‘Allah senin ağzını bozmasın’ diye dua etmiş. Bu şairin 130 sene yaşadığı ve dişlerinin düşmediği veya düşen dişinin yerine yenisinin çıktığı rivayet edilir. (İ.Çetişli:31)
(*) ‘Arapların en ileri gelen şair kadını el-Hansa bunlar (Süleymler) arasından çıkmıştır; aynı şairenin oğlu el-Abbas İbn Mirdas dahi Arap şiirinin pek tanınmış şairlerindendir. İbn Abdilber el-İstiab adlı (Resulullah’ın sahabelerinin biyografik bir lügatinden ibaret) esrinde bu hanım hakkında sahifeler dolsu bilgi vermektedir. Onun dediğine göre İslam’ı kabul ettiklerini bildirmek üzere kabilenin Medine’ye gönderdiği temsilciler arasında el-Hansa da bulunuyordu. El-Hansa ’nın kabiliyet ve yetişmişliğini yakından bilen Resulullah, yazdığı şiirleri huzurunda okumasını kendisinden istemiş ve dinledikten sonra da takdir ve beğenisini hem sözle ve hem de el hareketiyle belirtmişti. Bu şaire sahabiye hanım pek samimi bir Müslümandı. Daha sonraki yıllarda Ömer (r.a)’ın hilafeti zamanında dört oğlu ile birlikte kendisi de Kadisiye meydan savaşına katılmış birbiri ardına dördü de şehit düşüverdiler.’(M.Hamidullah:1/466-467)
Buyurdular: Söz, şair Lebid’in şu mısraı: ‘Allah’tan başka her şey batıl!’ düşünün o mesud şairi ki, bir mısraı hadis oluyor! ‘Söz vardır ki, şiirdir; şiir vardır ki, hikmettir.’ Peygamber (s.a.v) Arapların büyük şairlerinden Lebid’in hakkında: ‘Şairlerin söylediği en doğru söz Lebid’in: ‘Elbette Allahtan başka her şey batıldır, boştur!’ (Buhari) sözüdür buyurmuştur.
‘Ne doğru söylemiş şu sözü şair Lebid:
‘Allah’tan başka her şey batıl’, içi boş ümit…’ (N.Fazıl:118)
Kendisi de Medine’de Peygamber mescidi yapılırken bir şevk anı içinde okudukları bir iki mısradan başka hiçbir şiir söylememişler, yalnız başkalarının şiirlerini; okumuşlar, okutmuşlar, dinlemişler, sevmişler ve lütuflandırmışlar. Şiiri sevdiler ve ona gerçek istikametini verdiler. Hayber yolunda Amir b.Ekva şiir söyleyerek develeri hızlandırı yordu. Peygamberimiz (s.a.v): ‘Allah ona rahmet etsin!’ diye dua etti. Kaza umresinde Mekke’ye girerken Abdullah b.Revaha şiir okuyordu: Hz. Ömer Abdullah b.Revaha ’ya: ‘Resulullah’ın (s.a.v) huzurunda ve Allah’ın Hareminde şiir mi okuyorsun?’ dediğinde Resulullah (s.a.v): ‘Onun sözleri Küreyiş müşriklerine ok yağdırmaktan daha tesirlidir!’ buyurdu. Ka’b Malik’in: Şiir söylemek hakkındaki sorusuna, Peygamberimiz (s.a.v): ‘Mümin; kılıcı ile de, dili ile de cihad eder! Resulul laha silahlarıyla yardım etmiş bir kavmin, dilleri ile de yardım etmelerine ne mani var? Siz de Kureyşlileri hicvediniz! Çünkü bu, onlara ok atmaktan daha ağır gelir!’ buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v) önce Abdullah b.Revaha ‘ya, sonra Ka’b Malik’e, daha sonra da Hassan b.Sabit’e, ‘Küreyiş müşriklerini hicvediniz!’ diye haber saldı. O devirde şiir, günümüzdeki medya gibi tesirli idi. Sahabilerin, arkalarından tabilerin ve nice büyük velilerin çoğu şair ve şiir zevkinin en ileri irfanına sahip. Başta Hz. Ali ve oğlu İmam Hüseyin:
‘Uğradığın dertlerden mahlûklara şikâyeti kes!
Merhametliyi merhametsize şikâyet etmiş olursun!’ (Hz. Hüseyin)
‘Başını taştan taşa vurup gezer avare su’ (Fuzuli) diyerek önünde akan suyu, Ahmedi Muhtarın yoluna girmiş gören Fuzuli ve daha niceleri bu vazifeyi yaşayanlardan.
Üç ünlü Arap şairi: “Başlıca üç kişi. Pek çok ama mesleki temayüz ifadesiyle üç kişi;
· Ka’b b.Malik,
· Abdullah b.Revaha,
· Hassan b.Sabit;
Küfürden gelen nazım oklarını iman şiiriyle karşılayanlar, püskürtenler ve küfrün ciğerini delik deşik edenler. Aslında her sahabe bir şairdir. Zaman ve mekânına göre, hemen her sahabe, kılıcını şiir kınında muhafaza eden bir kahraman. Abdullah b.Revaha’nın Müte’de şehit olması, Peygamber’i (s.a.v) sadece yakın bir arkadaşı değil, iyi bir şairi de kaybettiği için üzmüştü. Çünkü O’nun, Abdullah’ın dizelerini, Hassan ve Ka’b ’ın dizelerine eş tuttuğu söylenirdi. Arabistan’da tüm diğer şairleri gölgede bırakan iki şair vardır. Bunlardan biri Lebid, diğeri de bir önceki neslin en iyi şairlerinden olan Zübeyir İbn Selman’ın oğlu Ka’b idi.
Ka’b b.Züheyr. Bürde kasidesi şairine Allah Resulü hırkasını hediye etti. Daha önce ‘Banet Süâdü’ olan kasidenin ismi bundan dolayı Bürde kasidesi kaldı. Bürde=Hırka demektir. Ka’b b.Züheyr, Müslümanları şiiriyle yoldan çıkarmaya çalıştığı için: ‘Allah Resulünün fermanıyla her nerede görülürse hemen öldürülmesi gerekenlerden.’ Müslüman olmak için huzura geldiklerinde okuduğu;
‘Sen Resulsün, âlemin ziyalandığı nur;
Hak ve batıl arasını kesen Allah’ın kılıcı’ (Ka’b b.Züheyr)
Mısralarından sonra, Allah Resulü hırkalarını Ka’b’a verdiler. Muaviye’nin halifeliğinde bu hırka için Ka’b’a on bin akçe gönderildi. ‘Allah Resulünün hırkasından ayrılmam’ diyerek vermedi. Kaab’ın ölümünden sonra Muaviye o hırkayı yirmi beş bin akçeye varislerinden satın aldı. İşte o hırka Emeviler ve Abbasilerden sonra Yavuz Sultan Selim aracılığı ile İstanbul’a getirildi. Elan mukaddes emanetler arasında Topkapı Sarayında muhafaza edilmekte olup her yıl ramazanda ziyarete açılmaktadır.
Şair Ka’b b.Eşref: Beni Nadir Yahudilerinden olup Şiirleriyle Resulullah’ı (s.a.v) ve ashabını hicv ediyor ve Abbas’ın hanımı Ümmül-Fadl ve Müslüman kadınlar hakkında onları incitici şiirler söyledi. Bedir zaferini öğrenince Mekke’ye geldi. Onları çarpışmaya karar verdirmedikçe Mekke’den ayrılmadı. Muhammed b.Mesleme tarafından öldürüldü. Mekke müşriklerini savaşa şiirleriyle şöyle çağırıyordu:
‘Eğer Muhammed bu ulu kişileri öldürmüş ise,
Bu gün yerin altı üstünden hayırlıdır!’ demiştir.
‘Bedir değirmeni, kendi sahiblerini öğüttü.
Bedir gibi olaylara kılıç çıkarılır ve gözyaşı dökülür.
Öfkelerinden kahrolduğum bazı kavimler derler ki,
Ka’b b.Eşref, yırtınıp duruyormuş;
Doğru derler; keşke öldürüldüklerinde yer küre,
Ehlini parçalayarak yutacak hale gelseydi.’ (Vakıdi:1/172-238)
Ka’b b.Malik, İbn Eşref’in öldürülmesi ile ilgili üzüntüsünü şöyle dile getirdi:
“Muhammed’in emriyle o gece Ka’b’in kardeşi gitti.
Kâ’b’a karşı hile kurdu. Ona hile etti ve onu hile ile indirip konuk etti.
O öğülmüştür, güvenilir ve cesur bir kardeştir.”(İbn İshak, İbn Hişam:3/79)
Kâ’b b.Malik, İbn Eşref’in öldürülmesi ile beni Nadir Yahudileri zelil oldular korktular:
“Onlardan Kâ’b yere düşmüş olarak gadr olundu.
Onun yere düşmesinden sonra Nadir kabilesi zelil oldular”(İbn İshak, İbn Hişam:3/79)
“Ali b.Ebu Talib, İbnü’l-Eşref’in öldürülüşü hakkında şu şiiri söyledi:
‘Onun kılıçları altında yere çalınmanız,
Ka’b b.el-Eşref’in düşüşü gibi,
Sabah, Allah onun taşkınlığını görür.
Allah onun öldürülmesi hususunda Cibril’i indirdi,
Vahiy ile, lütfa mazhar kuluna.
Ona gönderilen elçi gizlice onu öldürmeyi tasarladı,
İnce, keskin, beyaz bir kılıçla.’” (İbn İshak:427)
Fakat Kur’ân’dan, Allah’ın kelamından sonra, bu mucize karşısında şairlerin dili tutuldu. Hz. Ömer, halifeliğinde, Hassan b.Sabit’e sordu: ‘Niçin şiir söylemez oldun?’ ‘Kur’ân’dan sonra ağzım kilitlendi, ya Ömer! Hicretin 9.yılında Beni Kilabların heyeti içinde gelen Lebid, Ensardan Şair b.Ka’b ile birlikte Peygamber’in (s.a.v) huzuruna girdiler ve Lebid Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v) Arapların büyük şairlerinden Lebid’in hakkında: ‘Şairlerin söylediği en doğru söz Lebid’in: ‘Elbette Allahtan başka her şey batıldır, boştur!’ sözüdür buyurmuştur. Lebid Müslüman olduktan sonra şiir söylemeyi bırakmıştır. Hz. Ömer’in sorması üzerine Lebid: ‘Allah’ın bana Bakara ve Ali İmran süresini öğretmesinden sonra, ben asla şiir söyleyemem! Allah beni bu Kur’ân’la değiştirdi!’ demiştir.
‘Kurtuluş mührü ayak, Kur’an’a mecra ağız…
O ki, âlem o yüzden; O ki, o yüzden varız!’ (N.Fazıl:107)
Yorum Yazın