Ruh Ne İle Beslenir?
Ayşe Hicret AYDOĞAN
“Eğer içinizden ‘sen resim çizemezsin’ diyen bir ses duyarsanız,
her şeye rağmen çizin. O ses susacaktır.”
Vincent Van Gogh
Birkaç gün önce akşam saatlerinde annem Semiray Hanım bir mesaj gönderdi: “Mutlaka dinle, yazma fitilini ateşler.” Bir şarkı göndermiş ve bu yorumu yazmıştı. Teşekkür ettim ve ikinci mesajı şu oldu: “İnsanlığın hikâyesini tellerle yazmışlar.”
Enstrümantal bir besteydi dinlediğim. Ağır bir grip geçirdiğim ve ekrana bakmakta zorlandığım hâlde bilgisayarımı aldım, yarım kalan “Pegnitz Nehri’nin Kıyısında Gece Yarısı” başlıklı öykümü bitirdim.
Annem Semiray Hanım çok doğru bir yöntemle yaratıcılığımı beslemişti. Sonrasında birkaç gün yaratıcılığı etkileyen faktörleri düşündüm. Geçmişte okuduğum makaleler, kitaplar olmuştu, ancak son zamanlarda beni neyin tetiklediği ya da vazgeçirdiği üzerine yoğunlaştım. Herkesin farklı şekillerde motive olduğunu düşünürsek kendimi analiz etmeliydim.
İş yerimde projeler üretmek için, piyanoyu daha iyi çalmak için, daha iyi yazmaya odaklanmak için, yaşama dair güçlü bir istekle dolu olmak için, yürüyüş yapabilmek için…
Her birimizin listesi çok uzun değil mi? Ve engellerin başında hep başarısızlık korkusunun olduğunu gözlemliyorum. Ben de farklı değildim. Mükemmel olma arzusu o kadar baskın geliyordu ki bir yazıyla ortaya çıkmaktan, piyanonun bir tuşuna basmaktan, bir projemi söylemekten utanıyordum. Korkuların temelini bulmadan çözümü basit olmuyor elbette. Okuduğumuz o büyük yazarların, düşünürlerin ‘mükemmel diye bir şey yok, korkmayın, adım atın’ minvalindeki sözleri korkan kişi için güzel bir söz duymaktan öteye gidemiyor.
Yaratıcılığı geliştirmenin yolunun en başta bize destek olacağını bildiğimiz insanlarla isteklerimizi paylaşmak olduğunu gördüm. Annem Semiray Hanım piyano çalmaya başladığımda şöyle söylemişti: “Piyanonun sesini sevmiyorum aslında ama senin gözlerindeki ışığı görmek her şeye değer. Ve artık evde sürekli piyano dinletileri açıyorum. Seninle aynı duyguyu paylaşabilmek için.”
Yazılarımı, yayımlanmadan önce güzel bir şekilde eleştireceğini bildiğim, anlaşıldığımı hissedeceğim yakınlarımla paylaşıyorum. Projelerimi, fikirlerimi benimle birlikte heyecanlanacağını bildiğim iş arkadaşlarımla paylaşıyorum.
Hedeflerimizden, isteklerimizden bahsederken en fazla ekonomik sebepler öne sürülüyor. Oysa benim yaratıcılığımı geliştiren en önemli şeyler her zaman bedava oldu. En önemli ikinci şeyin doğa olduğunu gördüm. Uzun zamandır haftanın üç ya da dört günü olmak üzere, beş kilometre yürüyüş yapmaya çalışıyorum. Kendime ödev verdim, bu beş kilometre boyunca doğaya odaklanıyorum. Ağaçların uzunluğuna, karıncalara, havanın ısısına; duyularımızla keşfedebildiğimiz, ancak hayat gailesi içinde duyumsamadığımız doğanın muhteşem sanatına odaklanıyorum.
Üçüncü yol ise duygularımı not ediyorum. Temel duygularımı değil, altında yatan duygularımı. Öfke hissediyorsam ‘şu iş yetişmeyeceği için gergin hissediyorum.’ veya ‘şu kişiyle yaptığımız konuşmada tepkilerinden dolayı değersiz hissettim.’ yazıyorum. Duygularımı gerçek anlamıyla tanımak yolunda büyük oranda faydasını gördüm.
Her birimizin yolu farklı, yolculuğu farklı. Ama bir konu hiç değişmiyor; hepimizin yetenekleri var. Yaradılıştan gelen güzel özellikleri var. Beslenmeyi bekleyen özellikleri. Bir kıvılcım bekliyoruz.
Ya sizin fitilinizi ateşleyen nedir; hangi şarkı, hangi şiir, hangi arkadaşınız, hangi yöneticiniz, hangi duygunuz? Bulacak mısınız onları?
Kasım Ayı Seçkileri
Müzik: Kitaro, Dance of Sarasvati
Kitaro uzun süredir dinlediğim, özellikle yazı yazarken ilham veren bir müzisyen. New Age müziğin efsanevi ismi olarak anılıyor. New Age müzik tarzını da bu yazı vesilesiyle araştırdım. Rahatlama ve pozitif hisler yaratma amaçlı, çeşitli tarzlarda huzur verici müzik türü olarak tanımlanıyor.
En çok doğadan ilham aldığını belirten sanatçı, bir dönem Amerika’da üç bin metre yükseklikte dağ başında yaşadığını söylüyor. Müziğinin bu denli etkileyici olmasına şaşmamalı.
Sanatçı: Çağdaş Dans Sanatçısı Gözde Aksu
Gözde Aksu’yu Mabel Matiz’in bir klibinde dans ederken izledik. Aksu dans ederken, müzik ete kemiğe bürünüyordu âdeta.
Öz geçmişini okuduğunuzda bir başarı öyküsü ile karşılaşıyorsunuz. Dünyaca ünlü koreograflarla çalışan, birçok ülkede gerçekleşen festivallere dansçı ve koreograf olarak katılan bir sanatçıyı tanımış oldum, büyük bir memnuniyetle.
Kitap: Yaşar Kaplan Birinci Kitap
“Kendimi yitirmişim, bulacağım işte.”*
Yaşar Kaplan’ın öykülerinden oluşan Birinci Kitap, son dönemde okuduğum ve beni en çok etkileyen kitaplardan biri oldu. 1982 yılında yayımlanan kitabı bir sahaftan edindim.
*Aylık Dergi Yayınları, Birinci Baskı, Nisan 1982, S. 16
Yorum Yazın