Piyano eğitimine otuz beş yaşında başladım. Ben onu çalmayı öğreniyorum derken o bana hayatı öğretmeye başladı.
Mükemmeliyetçiyim sanırken başarısızlık korkumla yüzleştim. Eğitimin ilk başlarında bir notaya hatalı bir şekilde bastığım anda utanıyor, şarkının geri kalan kısmına devam etmek yerine bırakmayı tercih ediyordum. Aklımdan geçen tek şey bu hatayı nasıl yapabildiğim ve aslında çok basit olan bir şeyi yapamadığımdı.
Eğitmenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha anladım bu süreçte. Hocam Kemal Alpan işinde çok iyi bir isim evet, bu müzik dünyasında bilinen bir konu. Ancak işi iyi bilmek ile öğrencinin duygu dünyasına inebilmek ayrı konular kanaatimce. Kemal Hocanın benim iç yolculuğumu iyi gözlemlediğini, bazen piyanoyu bırakıp dersin yarım saatini konuşmaya ayırmasından anlıyorum.
Başarısızlık korkumu çözdüğünü ve bunun üzerine gittiğini bir diyaloğumuzdan anladım. Hata yapıp da elimi tuşların üzerinden çektiğim bir gün, “Bırakın piyanoyu Ayşe Hanım,” dedi. “Şunu kabul edin, sanatta korkuya yer yoktur. Eğer sizin gibi emek vermeyi tercih etselerdi herkes piyano çalardı. Hata yapma fırsatınızı kaçırmayın. Konseriniz olacak, orada da hata yapabilirsiniz. Tadını çıkararak öğrenmek varken neden korkuya teslim oluyorsunuz?”
Bu konuşmadan sonra korkularımla yüzleştim. Kendime haksızlık yaptığımı anladım. Bir romanı, bir öyküyü, bir besteyi, bir konseri, bir heykeli izleyip, okuyup, dinleyip geçiyoruz. Bizim en fazla birkaç günümüzü alan bir konu; yazarı, bestecisi, heykeltıraşı için aylarca süren bir sancının, defalarca silip yeniden yapmaların, hataların yani özetle ham bir emeğin sonucu oluyor.
O konuşmada etkilendiklerimden biri de “konser” kelimesiydi. Ben piyano çalacaktım, ben konser verecektim. Bir kelimenin altına güven, sebat, emek, başarı imgelerini yerleştirmiş ve daha önemlisi ruhuma çok iyi gelecek bir hedef belirlemişti.
“Çocuk yaşlarda başlamazsan olmaz.”
“Artık çok geç.”
“Bunun için param yok.”
“O enstrüman çok zor.”
“Okumaya vaktim yok.”
“Evimin yakınında yürüyüş yolu olsaydı spor yapardım.”
Bütün bunların başarısızlık korkumuzdan kaynaklandığını ve belki daha kötüsü emek vermekten korkmamızın sonuçları olduğunu gözlemliyorum.
Her gün bir saat antrenman yapmak, hayatınızdaki birçok şeyden feragat etmek ve tam bir teslimiyet ister spor, sanat, edebiyat. Sevilmek, çok sevilmek, sahip çıkılmak ister. Nazlı bir sevgili gibidir. Uzaklaşırsanız o da uzaklaşır.
Virginia Woolf’un çok sevdiğim cümlelerinden biri; “Yazar arkadaşım: ‘Bir cümle yazıyorum, sonra bir cümle daha' demişti. Oysa yazmak kırlarda koşuyormuş gibi bir şey olmalı.”
Artık düstur edindim kendime; notaların üzerinde dolaşırken parmaklarım kuşların cıvıltısını duyuyorum, hafif bir meltem yüzümden geçiyor. Hata yaptıysam gülümseyip devam ediyorum. Yeni bir dil öğrendiğimin farkında olarak, zaman tanıyarak geziniyorum notaların arasında.
Sanat, ruhunda fazlasıyla bulunan güzellikten hepimize bir miktar üflemek ister. Bundan mahrum kalmak mı seçtiğimiz yol?
Yorum Yazın