Ortadoğu coğrafi olarak Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birleştiği, Boğazlar vasıtasıyla Karadeniz’i Akdeniz’e, Süveyş Kanalı ile de her iki denizi Hint Okyanusu’na bağlayan stratejik konumda bir konuma sahiptir. Her ne kadar adında doğu yer alsa da, aslında Dünyanın her açıdan ortasında yer aldığı için Dünya ve İnsanlık tarihinde yer alan her şeyin ilki, başlangıcı buradan ortaya çıkmıştır. Hak ve batıl dinlerin ilk başlangıcı çoğunlukla bu bölgede başlamıştır. Yeryüzünde ilk insanın ve insanlığın ortaya çıktığı, çeşitli uygarlıkların geliştiği, çeşitli kavimlerin veya halkların birbiriyle iç içe yaşayarak veya birbirini takip ederek farklı kültürlerin kaynaştığı bir coğrafyanın adıdır, Ortadoğu…
Bölgede Yahudiliğe inanan İsrail dışındaki nüfusun ezici çoğunluğu Müslüman’dır. Bunun yanında Hristiyanlık, Yezidilik, Maruniler ve Zerdüştlük gibi bir çok dinlere sahip azınlıklar da yaşamaktadır.
Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un tanımlamasıyla dinler açısından Ortadoğu;
“Bütün milletlerin iştahını kabartan bu bölge, “Cevelangâh-i Musa” yani Hz. Musa’nın dolaştığı güzergah; “Mehd-i İsa” yani Hazreti İsa’nın doğduğu yer, “Kıblegah-i İslam” yani İslam’ın ilk kıblesi ve asırlardan beri pek çok önemli İslami hâtıranın da bulunduğu bir yerdir.”
Ortadoğu’nun stratejik değerleri;
• Dünya’da bilinen petrol rezervlerinin e’i bu bölgededir.
• Akdeniz, İran, Mısır bölgelerinde Dünyanın en önemli doğalgaz rezervleri bulunmaktadır.
• Üç kıtayı birleştiren kara ve demiryollarının düğüm noktasıdır.
• Deniz ticaret yolları, boğazlar ve geçitlerinin büyük kısmını buradadır.
•Tarihi İpek Yolunun ortasındadır.
• Dünya ve İnsanlık Tarihinin mirası en zengin kültür hazinelerine sahiptir.
• Tek Tanrı’ya inanan Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın doğduğu bölgedir.
• 2015 Verilerine göre Dünya Petrol üretiminin Q,8’ ini, tüketiminin ise % 9,3’ünü gerçekleştirmektedir.
İşte bu değerler nedeniyle tarihler boyunca emperyalist ülkelerin Ortadoğu üzerindeki emelleri, oyunları hiç bitmemiş, sürekli savaşlar ve göçler nedeniyle, üzerinde yaşayan halkların çilesi de tarihin her döneminde süregelmiştir.
İbn- Haldun’un dediği gibi “Coğrafya Kaderdir.” Bölge halkları, ancak İslam Medeniyeti’nin güçlü olduğu dönemlerde ve Osmanlı’nın gücünün doruğa ulaştığı dönemlerde huzur bulmuş, kader yüzlerine gülmüştür. Balkan Harpleri sonucu zayıflayan Osmanlıyla beraber, Ortadoğu karışmaya başlamış, bir daha iflah olmamıştır.
Bölgenin siyasi haritası büyük ölçüde 1919 Paris ve 1920 San Remo konferanslarında belirlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında İngilizler Bölgede Lawrence gibi ajanlarla önemli provokasyonlar, kışkırtmalar düzenleyerek, Arap Milliyetçiliğini körükleyerek, nifak tohumlarını ekmişler ve Arapları Osmanlı aleyhine isyan ettirmişlerdir. Bununla beraber bölgede 1920’lerde bağımsız olan sadece dört devlet vardı; İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Yemen. Diğer bütün ülkeler manda, himaye veya kolonileştirme suretiyle bir şekilde Avrupalı devletlerin denetimleri altına girmişlerdi. 14 Mayıs 1948'de BM paylaşım planı uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edilmesiyle birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ‘dekolonizasyon’ sürecinin sonunda Ortadoğu siyasi haritası bugünkü şeklini almıştır.
General Eisenhower bölgeyle ilgili şunları söylüyor. “Yalnız coğrafya bakımından bile bütün dünyada, stratejik yönden Ortadoğu’dan daha önemli bir bölge yoktur. Bütün gücümüz ve araçlarımızla örgütlenme yeteneğimizden, sevk ve idaremizden faydalanarak, Ortadoğu’yu kazanmak zorundayız.”
Okyanus ötesinden gelen ABD sürekli bölgeyi kontrol etmeye çalışıyor. İngiltere ve Avrupa yıllarca bu bölge üzerinden ellerini çekmemişler, her türlü emperyal senaryolara imza atmışlardır. Rusya, Kuzey’den gelip, hem enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmak, hem de sıcak denizlere inmek için bölgeden hiç eksik olmamaktadır
Bölge ülkelerinde, İran Şahı Rıza Pehlevi’yle başlayan süreç, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in ABD Devlet Politikalarının yörüngesinde ve himayesinde iken Ortadoğu’yu karıştırma tezgahına gelerek iktidarlarından alaşağı edilmiş, hayatlarından olmuştur. Amerika’ya cesurca kafa tutan Libya Lideri Kaddafi, her şeyini kaybetmiş, hunharca öldürülmüştür. Mısır’da demokrasiyle gelen Mursi, idama mahkum olmuş, ABD ve Avrupa Darbecilerle anlaşmıştır. Beşar Esad, Rusya yanlısı politika izleyerek ABD ve İsrail’ karşı durmuş, kendi baskıcı politikalarının da etkisiyle Ülkesi darmadağın olmuştur.
Ortadoğu’daki savaşlar ve iç kargaşalar, Afrika’daki kabile savaşlarıyla birlikte, emperyalist ülkelerin gelişmiş silah teknolojilerini test etme ve silah sanayini ayakta tutan pazar işlevini gördüğü için asla bitirilmemektedir. Bölge toprakları ve halkları savaşların getirdiği açlık, kan ve gözyaşıyla adeta savaş yorgunu olmuşlardır. Ne gariptir ki, daha iyi yaşam umuduyla canlarını hiçe sayarak, denizlerde ve kamplarda ölümü tercih etmek pahasına kendi ülkelerini karıştıran bu emperyal ülkelere kapağı atmak için toplu göçlere yönelmektedirler.
Türkiye açısından;
Kuzey’de Rusya’dan, Okyanus ötesinden Amerika’ya kadar, Avrupa Ülkelerinden İran’a kadar herkesin ayrı bir hesabı olan ve kendi menfaatlerine göre resim çizmeye çalıştığı bu ‘cadı kazanıyla’ Türkiye’de yaşamak zorunda kalmaktadır. Bize ait olan petrol bölgeleri, Birinci Dünya Savaşıyla elimizden çıkmış, Lozan Barış anlaşmasıyla esasında Hatay örneğinde olduğu gibi Misakı Milli sayılan hak sahibi olduğumuz bu Kerkük, Musul gibi Bölgelerle ilgili talebimiz olmasın diyerek, çeşitli tehdit ve ambargolarla adeta “öcü ilan edilerek”, “cısss diyerek” oportünist ve pasifist bir dış politika yakın zamana kadar suya sabuna dokunmama dış politikası sürdürüle gelmiştir. Hele sonuna kadar haklı olduğu 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile Türkiye, Avrupa Birliği sevdasıyla da tamamen dış politika açısından suçlu ilan edilmiş ve Amerika tarafından da ambargoya tabi tutulmuş. Bunun da etkisiyle ne Ortadoğu ne de Türkmenlerle ilgilenememiştir.
Cumhuriyet hükümetleri döneminde önemli işlere ve değişimlere imza atan Ak Parti İktidarında da, uzunca dönem Dış İşleri Bakanlığında bulunan ve daha sonra Başbakanlık yapan Sn. Ahmet Davutoğlu’nun daha çok akademik gözle teorik olarak söz sahibi olmaya çalıştığı Türkiye Dış Politikası, bölge gerçeklerinde ve reel politiğinde çok işlevsel olmadığı artık daha çok anlaşılmaktadır. Realite farklı işlemiş, retorik her şeyi çözümlememiştir. İçerde Çözüm Süreci adı altında PKK’ya operasyonların ötelenmesi, HDP’li Belediyelerin örgüte yataklık yapmaları ve kaynaklarını aktarması, MİT Tırları, Rus uçağı’nın vurulması sonucu gereksiz yaşanan gerginlikler, FETÖ’nün devlet kadrolarındaki paralel yapılanması ve dışarıda da İŞID- DAEŞ’ e ve de PYD’ye karşı yeterince operasyonel olmama Türkiye’nin içerde ve dışarıda başını ağrıtacak noktaya getirmekteydi. “ PYD ve Salih Müslim’e verilen hak etmedikleri önem, Süleyman Şah Türbesi’nin ABD tezgahıyla mevcut yerinin boşaltılması ve PYD’nin bölgeye yayılması. Kobani’ nin İŞİD’den alınarak PYD’ye bırakılması, PYD’nin ÖSO güçlerine ihaneti ve bir yandan Rusya ve ESED güçleriyle, diğer yandan da ABD ile ittifakı sonucu bölgede şımartılması ve Fırat’ın doğusuna genişleme girişimleri…
“Bunların Ortadoğu’yla ne ilgisi var” denilmemeliydi. Ordusuyla, bürokrasisiyle güçlü olmayan bir Türkiye’nin Ortadoğu’da yaşaması mümkün olmaz. Ortadoğu, Türkiye’nin kaderi gibidir. Ortadoğu Ülkesi olan Türkiye’de, bölgesinde dirlik ve huzur yoksa, Ülkesi içinde de dirlik ve düzen olmuyor. İşte Kandil, İşte Kobani, işte Suriye’nin diğer bölgeleri… Buralarda yapılan yanlış, yaptırılan tezgah ve oyunlar sadece bölgeyi değil, Türkiye’yi de ateş sarmalı içerisine çekiyor.
Dış politika vizyonu açısından değerlendirildiğinde; Ülkelerin sınırları ve etki alanları günümüzde yalnızca coğrafi sınırlardan ibaret kalmamaktadır. Ülkelerin çevrelerinde yaşayan halklarla ortak din ve kültür bağları, başta enerji, ulaşım olmak üzere ekonomik ve siyasi etkileşimleri, ekolojik, iklimsel ve çevresel etkileşimleri gibi birçok ortak payda ve faktörler bulunmaktadır. Komşu’nun evi yanarken “bana ne” diyemezsiniz. Ya da “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”la dış politika yürümüyor. Dış politika da figüranlık veya pasifizm değil, maceraya girmeden hesabı, kitabı doğru yaparak aksiyoner ve oyun kurucu olanların eli güçlü oluyor.
Allah’dan, Başbakanlığa hayatın ve icraatın içerisinden gelen biri olarak, pratiği ve gerçek yaşamın işleyişini çok iyi bilen Sn. Binali Yıldırım’ın Başbakanlığa gelmesi bu irtifa kaybına dur dedirtti.
Her ne kadar, İbn-i Haldun’un “Coğrafya Kaderdir” dese de, kaderin değişmesi için de güçlü bir liderlik ve vizyon gerekiyor. Bölge ülkelerinin çoğunluğunu sıkıntıya sokan liderlik sorunu yaşanırken, Türkiye’yi 15 Temmuz 2016 Darbesinden Milletin de desteğiyle çıkaran Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreçte iradesi ve kararlılığıyla ön plana çıkarak inisiyatifi ele almıştır.
İşin ilginç yanı, bu olumluya dönüşecek gelişmeyi aylar öncesinden yine bir Amerikalı istihbarat kuruluşunun görmesi ve rapora bağlamasıydı..
Gayrıresmi CIA’da denilen ABD'li küresel istihbarat ve araştırma Özel kuruluşu Stratfor, henüz 31.12.2015 tarihinde “daha istikrarlı bir Türkiye'nin 2016'da bölgesinde lider olabileceğini” bildirdi. Raporun ayrıntılarında;
“Türkiye'nin önemli sorunlarla karşı karşıya olduğu da belirtilen raporda, "Cumhurbaşkanı RecepTayyip Erdoğan'ın liderliği altında siyasi olarak güçlü hükümet Türkiye sınırları dışında bu yıl daha aktif olacak" ifadeleri kullanıldı.
Türkiye'nin 2016'da Suriye'nin kuzeyine askeri güç gönderilmesi, Irak ve Suriye'de DAEŞ'le mücadeleye girilmesi kararları almasının beklendiği de kaydedilen raporda, Türkiye'nin DAEŞ'le mücadelenin yanı sıra Kürtlerin Kuzey Suriye'deki faaliyetlerini de kontrol altında tutmak istediği ve bölgede sığınmacılar için güvenli bölge oluşturulmasını talep ettiği belirtildi.
Türkiye'nin bu amaçla ABD'nin de desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde hava operasyonları düzenleyip Sünni Araplar ve Türkmenlerle işbirliğine giderek DAEŞ'le mücadeleye katılabileceği, kara gücü göndermeyi de seçenekler arasında bulunduracağı kaydedildi”.
Evet, aylar önce Straftor’un Raporunda belirtilen gelişmeleri iyiki de aynen yaşıyoruz. Üstüne üstlük birde 15 TEMMUZ 20016 FETÖ Darbesini de atlatarak, safra attık. Ordu, Polis, Okullar ve Bürokrasi arınma yaşıyor.
Emperyal güçlerin Ortadoğu’daki amacı Türkiye’yi PKK’yla, FETÖ’yle zayıflatarak teslim almak, bölmekti. Ortadoğu’da İsrai’lin güvenliğini ve yayılmacılığını sağlamak, kendilerince “güya vaat edilmiş topraklara” konmak için kukla bir Kürdistan kurmaktı. Buna’da İslam itikadıyla ilgisi olmayan Sözde dinci IŞID’in simetrisi olan Dinsiz ve acımasız PYD-PKK çetesini kullanmak istemektedirler. “Tavşan kaç, tazı tut” oyunuyla İŞİD’in boşalttığı yerlere PYD-PKK çetelerini yerleştireceklerdi. Kuzey Irak Yönetimi Başkanı Mesud Barzani bile “Suriyeli Kürtlerin geleceğinden endişeliyim” diyerek PKK-PYD Çetesi Kürtleri maceraya götürdüğünü bağırıyordu.
Maksat, Türkiye’nin güneyini boydan boya emperyal güçlerin kuklası PKK-PYD yönetiminde bir sözde Kürdistan’la çevirmek. Böylece, Türkiye’nin Ortadoğu’yla arasına “Şer Perdesi” germek. Türkiye’yi, oyundan düşürerek Ortadoğu’dan tecrit etmekti. Kendileri açısından dikensiz gül bahçesi gibi, İsrail ve ABD yayılmacılığını sağlayarak Ortadoğu’da kalıcı hakimiyet kurmaktı.
İslam Dünyasında zaten acılarla kıvranan Türkmen, Arap, Kürtlerden oluşan mazlum halkların çilesi, zulüm ve ölümleri, bu sömürgeci devletlerin ve onların yerel piyonlarının umurlarında bile olmazdı.. Özgürlük ve demokrasi gerekçeleriyle girdikleri ülkelerin halklarına savaş, silah, yıkım, yoksulluk, kan ve göz yaşından başka hiçbir şey getirmemişlerdir. Bölünmüş Suriye ve Güneyimizde oluşturulacak ABD ve İsrail Piyonu Sömürge bir Kürt Bölgesi ile Türkiye’yi oyundan çıkararak Ortadoğu’da enerji kaynaklarının üstüne konmak. İlerleyen aşamalarda da Türkiye üzerinde ameliyat yaparak bölmek ve parçalamak…
İşte Fırat Operasyonu ve bu uğurda verdiğimiz Şehitlerimizin Milli, Sosyolojik, Stratejik Önemi budur…
Takke düştü kel göründü…
Maç bitmedi, henüz yeni başlıyor. Şimdi Türkiye oyuna girdi…
Siz alemi kör, Milleti sersemi sanırsınız…
Okyanus ötesinin yerli uşaklarıyla yapılan maçın ilk yarısı 15 TEMMUZ 2016 Tarihinde, Türkiye’nin galibiyeti ile tamamlandı…
Şimdi de, Okyanus ötesinin ve bölgesel işbirlikçilerinin sahada olduğu maçın ikinci yarısı oynanıyor…
Korkunun, ecele faydası yok…Yenilecekler, kaybedecekler…
Yok öyle dava, burası TÜRKİYE..
Sağ ve esen kalın…
Yorum Yazın