Dayanamıyor ya yalnızlığına
İçinde bir boşluk düştü düşecek:
Dışarda havalar esiyor, essin
Dışarda serçeler uçuyor, uçsun
Düşünüyor konamıyor bir dala.
Mehmet Aycı
Nuri Bilge Ceylan filmlerini izlemekten bilinçli bir şekilde sakındım. Kendimi daha iyi tanıdığım, daha iyi ifade edebildiğim ve yaşamı anlamlandırabildiğim bir zaman diliminde izlemek istediğimi bazı sohbetlerde ifade etmiştim. Kamera arkası görüntülerini izlemiş, Ceylan’ın üç dört dakikalık konuşmalarından dahi beni nasıl bir yolculuğun beklediğini kestirebilmiştim. Diyordu ki: “Oyunculuk gizlemektir.” Diyordu ki: “Sakince söylediklerimiz acı verir.”
Ceylan’ın oyunculara verdiği tavsiyelerle duyguların ve onları ne şekilde gösterdiğimizin önemini bir kez daha anladım. Duygularımız iletişimin temel taşı. Tüm diyaloglara sinmiş olan acı bir gerçeği yüzümüze çarpıyor Ceylan, kimse onlara ne hissettirdiğimizi unutmayacak.
Sonbaharın tane tane anlattığı, belki ısrarla anlamazlıktan geldiğim mesajlarını Nuri Bilge Ceylan, Kış Uykusu’ndaki izlekleriyle yineledi. Türkiye’nin gerçekleri ile film arasındaki bağlantılar elbette dikkat çekici. Ancak ben insan psikolojisinin panoramik bir görüntüsü olarak ele aldım ve ruhumu katman katman soymasına izin vererek izledim.
Eski bir tiyatro oyuncusu olan, Türk Tiyatrosunun Tarihi isimli bir kitap ve yerel bir gazetede köşe yazıları yazan filmin başkarakteri Aydın, ilkeli bir insandır. Eşi Nihal ve ablası Necla ile birlikte Kapadokya’da yaşamaktadır. Karla kaplı yollar, kasvetli hava, Aydın’ın üzerinden çıkarmadığı uzun siyah paltosu, duvarlarda asılı tablolar, Nihal’in gözleri… Her şey içinde sakladığı anlamı merak ettiriyor. İzleyiciye akil bir insan olarak çözümleme ve hatta bu beklentiyle filmi okuma şansı verilmiş nadir filmlerden olarak belleğime kazıyor kendini Kış Uykusu.
Aydın’ın eşi Nihal ile yaşadığı çatışmalar, filmin başlarında yüzeysel bir değerlendirme ile aralarındaki yaş farkından kaynaklandığı düşüncesini yerleştiriyor izleyiciye. Dakikalar ilerledikçe, içlerindeki düşmanlığı her gün besleyen bir akarsuyun, evlerinin önünde devamlı akmakta olduğuna şahitlik ediyoruz. Yabancılaşma, başka insanlara evrilme, ruhların arasına giren mesafe, olgunluk, korku, bağımlılık ve bağlılık temaları kâh bir bakış kâh bir cümle ile anlatılıyor.
Kişilik türleri üzerine yapılan her incelemede aşırılığa kaçan tüm erdemlerimizin, erdem olmaktan çıkacağı ve hatta kibirli bir kişiliğe dönüşeceğini okuruz. Aydın’ın ilkeli karakterinin aşırıya gitmesi ile evliliğinin, ablası Necla ile ilişkisinin bozulmasının detayları Nihal ve Aydın arasındaki diyalogla belirginleşir.
“Yeri geldiğinde erdemlerinle insanları boğan, küçük düşüren bir yapın var. Bencilsin. Kincisin. Alaycısın. Vicdan, ahlâk, ilkeli olmak… Biri bunları ne kadar çok kullanıyorsa asıl ondan şüphe duymak gerekir.”
Nihal’in Aydın’a kendini ispat çabası ile ellerinden kayıp giden hayatı, gittikçe değişen kişiliği derin bakışlarıyla aktarılıyor izleyiciye. Aydın’a duyduğu bağlılık adım attıkça düğüm halini alan, ayaklarına dolaşan bir zincir gibi... Hangimiz zincirlerimizin olmadığını ya da onlardan kurtulduğumuzu savunabiliriz?
Aydın’ın ablası Necla ile olan diyaloglarını sıklıkla filmi durdurup notlar alarak izledim. Necla’nın yazmak edimi üzerine sözleri Aydın’la arasındaki mesafeyi açmakla birlikte birçoğumuzun kış uykusuna da çomak sokma girişimidir bir bakıma.
Aydın’ın yazısı “Bozkırda Açan Çiçekler” ile ilgili olarak Necla şöyle der:
“Yazar hiç risk almıyor. Herkesçe kabul görmüş pozitif değerlere sahip çıkarak kendini sevdirmeye çalışıyor. Şiirsellik kisvesi altında ortalık leş gibi duygu kokmaya başlıyor.”
Aydın ise kibrinin esiri olmuştur bir kere. Bu sözlerin tüm yaşamını özetlediğinin bilincinde değildir. Eleştiri düşmanıdır. Kendinden beklentisini başaramamış olmanın verdiği dip duygulara teslim olmuştur, ancak teslimiyetinin dahi farkına varamaz.
Nuri Bilge Ceylan senaryosunu Ebru Ceylan ile birlikte yazdığı Kış Uykusu’nu kaleme alırken Anton Çehov’un hikâyelerinden etkilendiklerini dile getirir. Bu bilgiye haiz olmasaydık bile film bittiğinde bıraktığı iyi bir roman okumuş olma hissiyatını dile getirebilirdik.
Kış Uykusu, yol açtığı ruhsal kırılmalar ve uyanışlarla esti geçti ve bu üç saat on yedi dakikayı takip eden birkaç gün, içimde bir kadın ağladı durdu.
Yorum Yazın