Umut olmasa, ne ışıyacaktı yüreklerimizde kandil kandil
O umutlar ki her zaman bir kutlu asa, yeşertir en çorak gönül topraklarını
Bahaettin Karakoç
Güven, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu” olarak tanımlanıyor.
Hemen her gün duyuyorum; ofiste, ailemde, dost sohbetlerinde, “Kimseye güven olmuyor, aile içinde bile neler oluyor dışarıya nasıl güveneceğiz…” Ağzımızda döndürüp durduğumuz bir karanfil parçasına dönüşüyor kurduğumuz cümleler. Kekremsi, yaşamın her birimizde bıraktığı buruk bir tat; sonunda bize kalan o hoş kokuya değmez mi?
Güvensizlik, yükseklik korkusu olan bir kuş gibi özgürlüğümüzden vazgeçmemize, iletişimimizde çeşitli sorunlar yaşamamıza sebep oluyor. Gökyüzüne süzülmeye niyet etmek değil mi biraz da yaşamak? Kişilerin ruh dünyamızda yarattığı depremlerin ardından bunu bir deneyim olarak görmekten ne alıkoyuyor bizi?
Bu yazıyı kaleme alırken en güvendiğim dostlarımı, iş arkadaşlarımı, akrabalarımı; hayatıma bir şekilde dokunan herkesi düşündüm. Değerli hissettiğim, önem gördüğüm, sohbet edebildiğim, ruhsal bütünlüğü yakalayabildiğim, engelleri birlikte aşabildiğim bu insanlarla güven temelli bir ilişki geliştirebilmişiz.
Burada iletişimin temelinde hangi unsurların olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bildiğiniz gibi öncelikle her iletişimde korunma içgüdüsüyle hareket ediyoruz. Benliğimizi, kişiliğimizi koruma altına alıyoruz öncelikle. Bu bakımdan tanıdığımız ya da tanımadığımız her insanla doğru iletişimde karşımızdakinin benlik bilincini zedelememek akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Değerlerimize gösterilen saygı da doğru iletişimin bir başka önemli ayağı. Sıralamaları hepimiz için değişmekle birlikte anlaşılmak, destek görmek, eğlenebilmek, takdir edilmek, anlayışla karşılanmak, sır tutmak, yakın hissetmek, dürüstlük temel değerlerimiz ve beklentilerimiz.
Her birimiz güvenmek isterken, temel beklentilerimiz aynıyken nerede yanlış yapıyoruz da toplumsal olarak bir güven problemiyle karşı karşıyayız?
Cevabın, sorunlarımızı sahiplenmemek olduğu kanaatindeyim. Birey olarak üzerimize alınmadığımız her eksiklik, toplum olarak “tam olamamak” edimine yol açıyor. Aynayı hep başkalarına tutuyoruz. Güvenmek temel ihtiyacımızsa trafiğe bugün hangi sinirli şoförle yüz yüze geleceğim önyargısıyla çıkmamalıyız. Karşımızdaki sinirli ise bir ân durup nefes almayı öğrenmeliyiz.
İş yerimizdeki insanların desteğini beklemeden önce biz destek vermeliyiz. Birçok defa tecrübe etme şansı buldum, “zor” olarak addettiğimiz bir insanın gönül dünyasına indiğimizde çok farklı bir yüzle karşılaşıyoruz.
Elbette tersi de mümkün. Bilinçli olmak, sağlıklı iletişim kurmayı bilmeyen insanlara karşı da bir kalkan görevi görüyor. Trafikte sinirlenip eve yansıtmamak gibi bir seçeneğimiz oluşuyor. Ruh bütünlüğümüzü korumuş olduğumuzdan huzurumuzu kimsenin ellerine teslim etmemiş oluyoruz.
“Sağlam, güvenilir” olarak tanımladığımız insanlar özü sözü bir yani kendini tanıyan, gerektiğinde mesafe koymayı bilen, kimsenin arkasından konuşmayan, iş çevirmeyen insanlar. Sınırları belli olduğundan saygı duyuyoruz. Çünkü kendimizi koruma altında hissediyoruz. Olumlu ya da olumsuz tepkilerinin olabileceğini kabul ediyoruz.
Duygusal ve ruhsal bütünlüğü yakalamış, kendini tanıyan, doğru iletişimi düstur edinmiş bir insan olabilmeye niyet etmek belki de en önemli basamak. Bunun uzun bir öğrenme süreci olduğunu kabul etmek gerekiyor elbette. Dışarıdan bir gözle kendimize baktığımızda takdir ettiğimiz bir insan mıyız? Güvenilir miyiz?
Ezcümle seçim her zaman, her koşulda bize ait. Uzak ya da yakın durmak istediğimiz kişileri belirleyerek, doğru karar veremediğimizde bunu bir güven sorununa dönüştürmeden yolumuza devam etmek bizim elimizde. Ya da çorak gönül toprağımızda bir tek yeşillik göremeden yolu tamamlayacağız.
Yorum Yazın