Her şeyi hızlı tüketime feda ettiğimiz günümüzde, ruhumuzda açılan gedikleri onarması için geçmişe sarıldığımız anlarımız var hepimizin. “Doksanlarda çocuk olmak” başlığıyla açılan sohbet konularında hangimizin gözleri dolu dolu olmuyor ki! Sohbet ilerledikçe yetmişli yılları yaşayanlar televizyonların yeni yeni çıktığından, Cin Ali serisinden, Barış Manço’dan, Erkin Koray’dan dem vuracaklar; milenyum kuşağı ise bunları film izler gibi tebessümle ve merakla dinleyeceklerdir.
Velhâsıl geçmişe özlemimiz, bir ırmak gibi kıvrılarak devamlı gezer hayat yolumuzun kenarlarında. Kimimiz annemizin gözlerinde arıyoruz huzuru; kimimiz teknolojinin devamlı güçlenen ayak seslerini takip ediyoruz, takip edilmek istiyoruz, beğeni rekorlarında arıyoruz geçmişte kalan hazineleri.
Sanata sığınıyorum bense. Geçmişte bıraktığımız öykücülerimizi arıyorum sahaflarda. Sığınaklarına demir atıyorum. Ellili, atmışlı, yetmişli yılların hikâye ustalarının ayak izlerini takip ediyorum.
Ellili yılların öykücülerinden Feyyaz Kayacan’ın Sığınak Hikâyeleri ile gezintiye çıkıyorum. İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayan Kayacan, savaşın yaşattıklarını ustalıkla işlemiş hikâyelerinde. Birbiriyle bağlantılı altı öyküden oluşan kitapta ‘savaş’ kelimesinin çağrıştırdığı izlekleri takip ediyorum.
İlk öykü olan Sığınak’ın başlangıcında, Kayacan’ın dilin bütün olanaklarını kullanarak, savaşı ve ölümü iliklerime kadar hissettireceğini anlıyorum.
“Dartmouth Caddesi harbe dökülüyordu. Bütün yolların ucunda tel örgülere asılı yaralar sallanıyordu. (…) Can sıkıntımın satırı ile günlerin kellesini uçurup duruyordum bir bir.” (S. 7)
Feyyaz Kayacan’ın öykülerinde yoğunluk hâkim. Her bir cümle soyut anlatımıyla, çağrıştırdıklarıyla ruhunuzun labirentlerinde başka dönemeçleri merak etmenize yol açıyor. Sayfaları çevirmekle, biraz daha üzerinde durmak arasında sık sık gidip geliyorum.
Londra’da geçer hikâyeler. Feyyaz Kayacan, savaşı Fransa ve İngiltere’de yaşamıştır. 1956-1958 yılları arasında yazdığı Sığınak Hikâyeleri 1962 yılında kitaplaşır. 1963 yılında ise Türk Dil Kurumu hikâye ödülünü alır. Öyküleriyle tanınmıştır ancak şairdir aynı zamanda. Öykülerinde şiirsel üslup dikkat çeker.
“Şiirimin olanca usaresi bu parçada işte. Şiirin, dokuması, etleri hep bu kemik etrafına örülü. Siz bulup getirmeseydiniz kaybolup gidecekti.” (S. 21)
Her öyküde karakterleri derinlemesine tanıtır bize Kayacan. Sayfaları çevirdikçe karakterlerin iç dünyaları ile yüzleştirir okuyucuyu. Kayacan’ın ifadesiyle ‘yaşama gücünü ellerinden geldiği kadar yudumlayan bu insanların’ ölüm karşısındaki valslerini izletir bizlere.
Kendi yaşamlarımızdan kesitler bulduğumuz kitapları benimseyerek okuma düzeyimizin arttığı kanaatindeyim. Örneğin kitapçı olan Gareth karakterinin insanların okuduğu kitaplardan, kenarını kıvırdığı sayfalardan karakter analizi yaptığı bölümü psikolojik bir yaklaşım içerdiği için ilgiyle okudum.
Feyyaz Kayacan’ın üslubunu daha iyi kavrayabilmek adına 1950’li yıllarda Türk öykücülüğü üzerine okumalar yaptım. Salt Kayacan’ın değil önceleri okuduğum Sait Faik, Yusuf Atılgan, Vüs’at O. Bener, Nezihe Meriç gibi aynı dönem usta yazarlarını daha iyi özümsediğim bir araştırma oldu benim için.
1950’li yıllarda Türk öykücülüğünün konudan ziyade dilin önem kazandığı bir döneme evrildiği belirtilir birçok kaynakta. Feyyaz Kayacan’ın Sığınak Hikâyelerinde konu ile dilin ustaca harmanlanması bir bütün olarak okuyucuyu besliyor kanaatimce. Bizzat yaşamış olduğu savaş yıllarında bir avuç insan üzerinden anlattığı ölüm, korku, umut, direniş temaları sirayet etti tüm benliğime.
“Bahçeni sağlam dikersen, savaşın en uzunu bile yetmez bahçenin en küçüğünü tüketmeye.” (S. 86)
Yaşamlarımıza dair metaforlarla bezeli Sığınak Hikâyeleri. Sığınaklarımızda geçirdiğimiz zamanlarda bahçelerimize sıkı sıkıya bağlı kalmamız gerektiğinin, ancak böylelikle savaşlarımızdan alnımızın akıyla çıkacağımızın altını çiziyor Kayacan.
Sığınağın Son Ağzı hikâyesinde umudun, bizi yaşama bağlayan herhangi bir ögenin ne denli önemli olduğuna dair şöyle diyor Kayacan: “Bana bir şey olmaz dedi, annem pantolonumu ütüledikçe evde.” (S. 83)
Günümüz edebiyatıyla geçmiş dönem edebiyatını kol kola gezdiriyorum şimdilerde usumda. Kurumuş bir nehre dönüşmemek için. Çoğaltmak için kelimelerimi.
*Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018
Yorum Yazın