Fransızcadan dilimize geçen bu kelime intellectuel ‘aydın, münevver, kültürlü kişi’ anlamına gelmektedir. Kelimenin kökeni Latince intellectus ‘anlamak’ sözcüğüne dayanır. Günümüzde genellikle okumuş, kültürlü, donanımlı, genel kültürü yüksek bireyler için kullanılır hale geldi.
Neyse ben bu gün dindar, muhafazakâr entelektüelden bahsetmeye çalışacağım. Büyüğkdoğu ekolünden gelme sayılırım belki. Rahmetli Erbakan Hoca mektebinde de yaklaşık 30 yıl fiilen aktif siyaset yaptım.
Gençlik yıllarımdan itibaren bizim camianın okumuşları ile de ayrıca haşır neşir oldum. Özellikle istisnalar hariç bizim camianın aydınlarında edebiyatçı, şair yazar ve akademik kariyer yapanlarda eziklik hissi gözlemledim. Bu eziklik sola karşı dahada belirgin halde izlenimlerim arasında oldu. Bu arada birçok ekol ve tarikat çevreleriyle de ilişkilerim oldu.
Bu eziklik özellikle de sola karşı olan ezikliğin arka cephesine bakmaya çalıştım. Cumhuriyetin kurucu iradesinin etkisinde kalmaktan mı, yine aynı iradenin uzun süre devleti yöanetmelerinden midir, dindar kesime aşırı baskı uygulanmasındanmıdır, aydın ve okumuş uzun süre bu eğilimin tarzına uygun yetiştiğindenmidir bilemiyorum. Soldan hep onay almak gibi her dalda yetişkinimizde bunları gördüm. Osmanlının son demlerinde de benzer durumlar görülmektedir.
Kendi içinde üstünlük ve elitlik emarelerinin yanında üstten bakma ayrıcalıklı olma eğilimi de sezgilerimin arasındadır. Adalet anlayışı siyaset ve benzer konularda İslami perspektiften bakılıyormuş görüntüsünün altında yatan obje; adaleti, eşitliği, özgürlüğü, hürriyeti, siyaseti, edebiyatı v.s. solcuların haklarıymış gibi görme ve onların haklarının korunulduğu ortamlarda bu saydıklarım yerini bulmuş olacağı kanaatide ayrıca tespitlerimdendir. Dolayısıyle emperyal güçleri ve onların hedeflerini sanki bizim camia kollayıp gözetmektedir.
Birkaç örnekle açıklayacak olursak:
Özellikle siyasette siyasete bakışta ve onu yorumlamalarda çok çiğlik, hamlık ve yetersizlik görmekteyim. Çok edebiyatçı, şair, yazar ve akademisyende ila ahir gördüm. Siyaseti burnunun ucuyla iten, burun kıvıran, aşağılayan, bu iş bununla olmaz denilmesinin akabinde bir milletvekilliği ve Bakanlık verildiğinde bununla fit olmaları söylemlerinin aksine davranış sergilemeleri. Verilmeden önce burnu kaf dağında, verilince mutlu övgücü, elinden alınınca da yeren ve yergici tiplemeler sergilenmesi de ayrıca ciddi eziklik ver kişilik buhranı gibime geliyor. Bu gün hala bu imkâna erişemeyenler ve Kafdağı özelliğini devam ettirenlerin çoğununda ederini bu bağlamda değerlenmdirmek lazımdır diyebilirim.
Yine siyasette imkân ve fırsat kolladığımız dönemlerde azlık zamanlarımızda kahramanlaşma sığlığında olanlar, o günleri erişilemediği için daha ideolojik bulurlardı. İsimlendirme yapmayacağım. Çok akademisyen edip ve şair vekillik tekliflerimizi reddetmişlerdi. Çünkü seçilemeyecekleri biliniyordu. Sonrasında Hoca güçlenin seçilme şansları olunca kispete vurdular. Daha sonrasında Özal ve Reis zamanında daha teklif etmek üzereyken evet diye atılanları ve koşanları gördüm. Bu günde uzakmış gibi duranların aynı fırsatı tepmeyeceklerini sanıyorum. ‘Siyasetle olmaz’ diyenlerin, imkân ve fırsata gelince ‘siyasetsizde olmaz’ dediklerini de çokça gördüm.
Birçok tenkitçi unsurun ‘siyasetle olmaz’ demeleri kendileri içinde olmadıkları içindir. Yani bensiz veya bizsiz olmaz’ demek istediklerini görüyorum. İçerisinden çıkarılınca da aynı şekilde ‘bensiz veya bizsiz olmaz’ dedikleri aşikâre görülmektedir.
Siyasette dengeleri tutmak zordur. Mahalli siyasette de genel siyasette de gördüm ve şahit oldum. Kişi bir ekole, bir gruba veya tarikata mensupsa önderi veya sözüne itibar ettiği insanların ileri geleninin, bir yakınının vekil, bürokrat, Belediye Başkanı yapılmadığı veyahut bürokrasideki görevinden alındığı zaman ki feryadı göreceksin. Buna bağlı olarak ehliyatten, ehillikten, davanın bozulmasından tutunda birçok şeyin değersizleştiği eleştirisi çokça getirilmektedir.
Siyasette bu ikili veya çoklu bakış bize güvenen insanları yanıltmaktan öte bir şey değildir. Dört halife başımızın tacıdır. Bizler için rol modeldir. Selçuklu sultanları ve Osmanlı padışahları övgümüze değerdir. Menderesi de, Özal’ı da, Erbakan’ıda, severiz. Ama hepsi dünyadan göçtükten sonra. Zamanında dindar ve ulema akil insanlar İkinci Abdülhamide yaşarken karşı çıkanlar sonrasında övgülerinden geri kalmamışlardır. İyi güzel ama sonrasında bu sevgilerimiz bir işe yeterince yaramıyor. İnşaallah Reisi de yaşarken sever ve kadri kıymetini biliriz. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmemiz lazımdır.
Şeyhülislam Sunullah Efendi Baki’nin cenaze namazını kıldırırken okur bu beytini
‘Kadrini sengi musallada bilip ey Baki
Durup el bağlayalar karşında yaran saf saf.’ (Baki)
(Ey Baki! Dostların senin değerini ancak musalla
Taşında anladılar ve karşında sıra sıra el bağladılar’
Yani
‘Ey Baki! Dostların senin kıymetini ancak cenaze namazını kılmak üzere
Karşında saf saf el bağladıkları zaman anlarlar/anladılar.’
BİRBİRİMİZİ SEVMELİYİZ
Özellikle, muhafazakârlar, dindarlar, dini gruplar, birbirlerine karşı sevgi beslemeli ve saygılı olmalılar. ‘En doğru biziz, bizimkidir’ mantığından sıyrılarak herkesin önderine bilginine mürşidine olumlu bakmalıyız. Dinde büyük aykırılık olmamakla beraber ufak tefek nüans farklılıklarından dolayı diğerlerini yok saymamalıyız. En çok birbirilerimizi yermemeliyiz, dedikodularımızı yapmamalıyız. Malesef camiamız buna çok açık vaziyettedir. Çok bilinen bir örnek olduğu için isim veriyorum; Cüppeliye kızmamalıyız. Nesi var adamın. Hafız, bildiği hadislerin orijinal metnini ezbere biliyor. Yok, böylesi zamanınmızda. Öyleyse kadrini kıymetini bilmeliyiz. Hayrettin Karaman Hoca hakkında da benzer zorlamalar yapılmakta olduğunu gördüm. Benim onbir yıllık bir çalışmamda gördüm ki. Çokça faydalanılacak bir âlimimizdir. Ben olumsuz bir şeyini görmedim. Köroğlu evin yıkılsın misali öyle söylüyorlar bende söyleyim dememeliyiz.
Zamanında diyanete karşı çıkıyorduk. Neden niye sebebi ne bir şey bilmeden. Hatta ‘Dinayet’ deniliyordu. Yine bu çalışmamda gördüm ki, çok kıymetli eserler verilmiş kaynaklarından çokça faydalandım. İnsan bilmediğinin cahilidir. Grup övücü ve kötüleyicisi olmak sürü bağşıklığı yapıyor insanda. Kuran Yolu Meal ve Tefsirinin görülmesi lazım. Bazı eski olaylara güncel çözüm önerileri yapılarak aydınlatılmaktadır. Çokça hocalarımızca anlatılan beş bilinmeyen konusunu çok güzel açıklamışlar. Anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin bu gün bilinmesi eski vaazları açıkta bırakmıştır. Biraz da dikkatsiz örnekler yüzünden. Hâlbuki dikkat edlseydi o günde olay Diyanetin tefsirinde bu gün anlatıldığı gibiymiş meğer. Konunun Allah’ın bilgisinin yanında kullarının bilgisinde olabileceğine izin vermesi gibi.
EHLİYET LİYAKAT ADALET
Kim ehil kim liyakatlı. Dilimizde en çok pelesenk yaptığımız konulardan biri. Aynı adalet konusunda da olduğu gibi. Herkes kendi zamanının ve tanıdıklarının ehil ve liyakatlı olduğunu sanıyor. Ben elli doğumluyum. Benim bildiğim insanlar bu gün yaş itibariyle devlet görevinden çekilmiş durumdalar. Yeni nesli ve yetişkinliği biz bilemiyoruz. Tanımıyor isek bilmiyorsak hemen hükmü veriyoruz. Liyakatsız diyerek. Öyle güzel gençler ve bürokratlar var ki onları kınamamız için bizim zamanımızın isimlerinden biri olmaması, onu yermemize yetiyor. Eski Akıncıların kurduğu Serrver Vakfında genç bir konuşmacımız. Sonunda sorular bölümünde kendimi tanıtınca bize övgüler yağdırdı. Yetişmesinde bizimde katkımız olmuş meğer. MEB konusu gündemde. Eskişehir Milletvekili güzel insan dünya Müslümanlarınca da bilinen Prof.Nabi AVCI Milli Eğitim Bakanı. Sordum. Sen yetkili olsaydın bunu M.E Bakanı yaparmıydın. Elhak yapardım dedi. Öyleyse insan yetiştirmede bir sorunumuz var kükmünde ortaklaştık. Herkes kendince uygun gördüğünü liyakatlı biliyor. Diğerlerini değil.
Adaletde öyle adil olalım. Tamam, ama nasıl. Ne yaparsan yap inandıramıyorsun bazılarını. Sebebine gelince; adaletli olmanın temel ve yeterli ölçüsü onun istedikleridir. Güncel misal vermek icapederse, Amerikanın Avrupa Birliğinin Siyonizmin istedikleri yerine getirilmedikçe adalet yerini bulmamış oluyor. Ha an laşılıyor ki adalet istemiyor kendi isteklerinin adalet kılıfının içerisine sokulmasını istiyor. Demeye getiriyorlar ki: ‘Ben adalete adalet mi derim, Öcalan, PKK lılar, FETÖ cüler mesela Kavala ila ahir affedlmediği sürece. Siyonizmin istediği yerine getirilmediği müddetçe. Adeta ‘Tayyip niye kendisinin ve aile efradının öldürülmesine müsaade etmedi. Halk neden ABD ve FETÖ nün ihtilaline izin vermedi’ demeye getiriyorlar neredeyse.
HIRSIZ-RÜŞVET
Hani ftira afacandan acıydı. Önüne gelene hırsız de doğrumu bu? Nerede gördün nasıl oldu nerden biliyorsun kim söyledi v.s. genelde Hırsızlık ve rüşvet siyasetçiye ve bürokratlara söylenir. Yapmayın Allahaşkına. Siyasetçinin bürokratın kaderi bu. Hemen yapıştırırlar. ‘Hırsızlık yaptı. Rüşvet yedi’ diye. Kimden duydun? Kim söyledi sana? Öyle diyorlar. Bir arkadaşım söyledi. Veya Abilerden duydum. İtibar ettiğimiz biri söyledi. Bana da sordular? ‘Ben dedim ki ‘Müslüman hırsızlık yapmaz rüşvet almaz’ ben böyle bilir böyle inanırım. Dedikodunun alasını yapmayalım. İftiranın daha büyük alasını atmayalım. Öyle diyorlara itibar etmeyelim. Ha olmaz mı olur. Özel durum külli kaideye dönüştürülemez. Körün lokma yediği gibi biz olsak yapardık manasına içgüdümüzü dışa yansıtmayalım. Başkasının zannı ile hareket etmeyelim.
AMAÇLAR VE ARAÇLAR
‘Amaçlar kadar, ona ulaşmak için araçlarda önemlidir. Amaç için aracı feda etmeyelim. Doğru amaçlara doğru araçlarla varılır. Bol yalanlı bol vaadli bir 2023 geçireceğiz galiba. Muhalefet bu konuda çok aşırı gidiyor. Nasıl olsa olmayacak mı sandıkları için ya da gözlerini hırs bürüdüğü için mi bilemiyorum. Olabiliröliğine bakılmadan çokça atılıyor. Kandırmaca oynanıyor adeta. Demirel, zamanında işin içinden çıkamayınca ‘Herkes ne veriyorsa ben on fazlasını veriyorum’ demek zorunda kalmıştı. Ciddi olmak lazım olabilirliği ve ölçülebilirliği gözönünde bulundurulmalı. Bir taraftan HDP lilere ‘Bakanlık verilir’ dedirtiliyor. Bir taraftan O söz Kurumsal kimliğimizi bağlamaz deniliyor. Sırıtıyor. Ölçülebilirlik ve inandırıcılık ortadan kalkıyor dikkatinizi çekerim. Herkes rol dağılımına görer hareket ederse kimliğimiz ve kişiliğimiz ortadan kalkar. Aşırı hırs hasarat verir. Birde namına üzüldüğüm Ağıralioğlu ve Dervişoğludur. Onlara da arada bir HDP ye veya PKK’ya kızma rölü mü verildi yoksa. Öyle ise onlar namına üzülürüm.
MÜSEYLEMETÜL KEZZAB
Yalancı peygamberlerden birisi. Vahiy geldiği iddasıyla bir gün: ‘Namazı kaldırdım, orucu affettim, zekâtı bağışladım’ gibi söylemlerde bulununca etrafına hayli insan toplamış ama. Tarih boyu kötü anılmaktan kurtulamamıştır. Akıbetleri de kötü olmuştur. Kazançlarımızda olduğu gibi siyasilerin oy devşirmeleri de helalinden olmalı doğru sözle kazanılmalı. Halk aldatılmamalı. Aldatan da aldanan da ziyandadır. Ama aldatan daha çok ziyandadır. Mazlum duruma düşmekte doğru değil, düşürülmekte. Ama toplumu mazlum durumuna düşürenler daha çok zarardadır. Akıbetimiz hayrola.
Yorum Yazın