Millî Mücadele faaliyetlerinin karargâh görevi verdiği Mustafa Kemal ve arkadaşları 27 Aralık 1919'da özledikleri toplumsal dayanışmayı Ankara’da bulmuşlardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920’de açılmasıyla yeni kurulacak devletin temeli atılmıştı. Artık Ankara, yürütülen çalışmaların geçici merkezi olmaktan çıkıp devlet rejiminin belirlenmesinden önce Türkiye’nin başkenti olma sürecine girmişti. İstanbul merkezli muhalefetin de susturulması gayesiyle Mustafa Kemal’in ‘acil’ olarak ele aldığı konuların başında Ankara’nın başkent olarak ilan edilmesi geliyordu.
Süreç, TBMM’de oluşturulan bir komisyon çalışmaları ile başlamıştır. Meclis tarafından yayımlanan 28 Kasım 1920 tarihli kararnamede başkent olacak yerin özellikleri belirtilmiştir. Ankara’nın geleceğinden Gazi Mustafa Kemal 1921 yılında yakınlarına bahsetmişti. Bazı yabancı gazetecilerin de başkent olacak şehrin Ankara olduğuna dair yazıları olduğundan üzerinde ittifak edildiği aşikârdır.
Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması ve Lozan Barış Antlaşması’nın TBMM’de onaylanmasından sonra, 23 Eylül-6 Ekim 1923 tarihleri arasında İstanbul’un yabancı işgal güçleri tarafından boşaltılması tamamlanmış, hükûmet merkezi konusu gündeme alınmıştı. Hükümet merkezinin İstanbul kalacağı veya Ankara olacağı konusunda yapılan tartışmalar sırasında, boğazların askerî bakımdan tamamen açık ve emniyetsiz oluşu, İstanbul’u savunma şartları açısından güvensiz bir duruma getirdiği gibi nedenleri düşünen Mustafa Kemal, “Bir geminin topunun telaşına düşülecek yerde hükûmet merkezi olamaz” diye açıkladığında o günün basınında konu derinlemesine tartışılmıştır.
Başkent sorununun sıkıntılarını Lozan’da da yaşayan İsmet Paşa, Malatya milletvekilli olarak 13 arkadaşı ile birlikte, 9 Ekim 1923 tarihinde TBMM’ye verdiği tek maddelik bir kanun tasarısının gerekçesinde: “Türkiye’nin varlığının ve ülkenin güç kaynaklarının gelişmesinin sağlanması, Anadolu’nun merkezinde başkent kurma gereğini açıklıyor; coğrafî ve stratejik durum ile iç ve dış güvenlik de bunu gerekli kılıyor” denilmektedir. TBMM’de yapılan uzun görüşme ve tartışmalarda ilk sözü Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey alarak İstanbul şehrinden dolayı alınganlık ve gücenme gösterilmesine anlam veremediğini ifade ettiğinde salonda sözlerini düzeltmesine dair bağıranlar ve gürültü yapanlara Zeki Bey, “Tashih edemem, ben söylediğim sözü bilirim” dedikten sonra konuşmasına kaldığı yerden devamla: “Bir zamanlar hakanların yatağı, maarifin kıblegâhı, satveti İslâmiyenin tecelligâhı ve bilhassa Türk'ün
kıblegâhı olan bu zavallı şehrin kabahati neydi? Şuursuz bir idarenin eli altında kahbe düşmanın harîmi ismetimize sokularak bedbahtlık içinde inleyen o zavallı İstanbul'da ordumuz istihlâs adımlariyle yürürken, onun ağuşuna atılırken, şükranına gözyaşları ve kurbanlar katarken bunun böyle mahrumiyetine sebep neydi? (Allah, Allah sesleri) Efendiler! Makam Hükümetin yalçın kayalarda, izbe ovalarda kurulmak asırları çoktan geçmiştir… İstanbul, en büyük bir ticaretgâh ve en büyük bir mevkii mümtaza maliktir. Efendiler! Bugün tarih noktai nazarından muhakeme edersek dört buçuk asırdan beri elimizde bulunan bu Payitahtta siyasi bir mahzur olarak görülen ahval acaba nedir? Bununla mukayese yapacak olursak kârımız mı çok, zararımız mı çoktur? Rica ederim, Anadolu'nun mamuriyetini istemeyen bir fert yoktur. Her tarafını İstanbul'dan daha mamur görmek isteriz. Yalnız buranın Merkezi Hükümet olmasıyla İstanbul'un hali harabîye terk edilmemesini rica ederim” dediğinde salonda “Hah şöyle, işte bu!” gibi sözlerden sonra Gelibolu Milletvekili Celâl Nuri Bey söz alarak Zeki Bey’in iğbirar (gücenme-alınma) sözünü reddettiğini ve protesto ettiğini söyleyerek söze başladıktan sonra “İstanbul, evet, bir payitaht idi. Fakat payitaht maatteessüf Anadolu ve Rumeli'yi kurtaramadı. Kurtaramadı demekten maksadım oradaki sâf ve nezih kütlenin kurtaramadığı değildir. Kurtaramayan Hükümeti merkeziyenin; payitahtın, Babıali’nin orada bulunması idi…Şu Kürsü Muallâdan kendilerine arzı teşekkür ederim” dedikten sonra konuşmasında devamla “Ankara şehri Türk Devletinin makam olmakla biz İstanbul'u siyaseten, idareten, iktisaden terk ediyoruz, ihmal ediyoruz; hayır efendiler! İstanbul'da bundan evvel iki vaziyet vardı. O iki vaziyet sayesinde bu büyük şehir maişetini temin ediyordu. Bunun birincisi; payitaht olması, ikincisi; transit olmasıydı…Binaenaleyh biz Ankara'da yeni Devletimizi, yeni Hükümetimizi, yeni teşkilâtımızı kuracağız. Ankara bittabi Merkezi Hükümet olmakla değişecektir”
Daha sonra söz alan Zonguldak milletvekili Tunalı Hilmi Bey“Arkadaşlar! Biraz maneviyata mağlûp adamım. Arkadaşımız Zeki Bey iğbirar ve ihmal noktalarına dokunmak istedi. İğbirardan da bahsetmeyeceğim, ihmalden de bahsetmeyeceğim. Yalnız İstanbul bundan böyle ne olacaktır? Arkadaşlar! Hilâfet, makam Hilâfet. Bunlar bir tâbiri aharla Halife ve İstanbul. İstanbul makam Hilâfet olmakla da bütün Âlemi İslâm’ın merkezi olmak itibariyle Âlemi İslâm kadar büyümüştür. Arkadaşlar! İstanbul beldei tayyibe tâbiri Peygamberânesiyle tebşir buyurulduğu andan itibaren diyebilirim ki; güya Türk'ün ruhuna tarafı Peygamberîden bir ilham vâki olmuştur. Türk, ben bu beldei tayyibeyi fethedeceğim, diye yemin etmiştir ve o beldei tayyibeyi fethederek o, yıllarca, asırlarca yed'i hamasetinde bulundurmuş, bugün Âlemi; İslama tevdi ediyor” diye konuşmasına devam etmiştir.
Daha sonra söz alan Aksaray milletvekili Besim Atalay Bey ise “Arkadaşlar! Ankara, Millî dâvamızda hâleler dokuyan nurlu, parlak bir muhittir… Bu zafer yıldızı Ankara'nın nursuz ye parlak gönüllerinde doğmuştur. Burada doğan ağaç burada büyüyecek ve meyvasını verecektir” sözlerine İstanbul milletvekili Hamdullah Suphi Bey yerinden “Memleketin çocuğu olan bu gibiler her yerinde yetişmiştir. Yani kötü adam memleketin her tarafında yetişir. Konya'da da yetişir, Yozgat'ta da yetişir velhasıl her tarafta yetişir. Binaenaleyh bu, İstanbul'a tahsis edilerek söylenmez” deyince Besim Atalay devamla “Yok efendim! İstanbul'a tahsis değildir, hiçbir vakit oraya tahsisan söylemiyorum, katiyen hiçbir memlekete taarruz etmiyorum arkadaşlar... Büyük Türk Ulu'su «Mete» nin bir sözü vardır: «Nerede bir Türk yaşıyorsa, nerede Türk Bayrağı sallanıyorsa orayı kalbinle seveceksin, oraya bağlanacaksın» diyor. Benim hiçbir vakit İstanbul'u tahkir etmek hatırıma gelmemiştir. Ben derviş meşrep bir adamım. Kimseyi tahkir etmek elimden gelmez” sözlerinin ardından Meclis Reisi “Efendim! Müzakerenin kifayetine dair takrirler aldım. Evvelâ kifayeti müzakereyi reyi âlinize vaz ‘edeyim. (Kabul sesleri) Kifayeti müzakereyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Şimdi efendim Kanunu Esasî Encümeni mazbatasını reyi âlilerine vaz ‘ediyorum. Kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Ekseriyeti azîmeyle kabul edilmiştir efendim. (İttifakla sesleri) Efendim, kalkmayan el vardır. Müttefikan diyemem, gördüm, ekseriyeti azîmeyle kabul edilmiştir. Kanunu Esasiye bir madde ilâve etmedik. Encümen mazbatasını reyi âlilerine vaz ‘ettim. Encümen mazbatasını dikkatle okuyunuz efendim. Müsaade ederseniz Pazartesi günü öğleden sonra saat bir buçukta içtima edilmek üzere Celseyi tatil ediyorum” diyerek oturumu kapatmıştır.
Büyük bir çoğunluk ile kabul edilen kanunun maddesinde: “Devletin makarr-ı idaresi Ankara şehridir” ibaresi ile 13 Ekim 1923 de Ankara’nın başkent olması gerçekleşmiş; sıra Cumhuriyet’in ilanına gelmiştir
Yukarıda okuduğunuz gibi Ankara’nın başkent oluş süreciyle Mili Mücadele kadroları içinde yaşanan çatışmanın su yüzüne çıktığını ifade edebiliriz. 13 Ekim 1923 yılında başkent oluşu, her yıl Ankara Kalesinde başlayan törenlerle ve seğmenler tarafından yapılan çeşitli gösteriler ile kutlanmaktadır. Yalnızca Cumhuriyet dönemindeki gelişmelerle ün yapmış bir şehir olmadığını 13 Ekim 1955 de Ankara’da doğmuş birisi olarak çeşitli dönemlerde varlığını belirgin olarak ortaya koyan bir şehir olduğunu bilenlerdeniz.
Yorum Yazın