Zaman oldukça hızlı ve anlamsız bir şekilde hiç durmayan bir akarsu gibi akıp geçiyor. Saatlerimiz ya da takvimlerimiz, günlerimiz ve aylarımız bizler için ne anlam ifade ediyor?
Hemen herkesin bir zaman çizelgesi var. Kısa veya uzun bir ömrümüz var. Bizim için sunulan zamanı kim belirliyor? Sabah ya da akşam mı? Saniyeler ya da haftalar mı? İnsanın gerçekten bir zamanı var mı?
Kendimize bir sistem ve ölçü belirlemişiz, bu ölçü saniye, dakika, saat ve günler, günleri takip eden haftalar ve aylar şeklinde önümüze sunulmuş, kabul görmüş. Zamanla benimsemiş, planlarımızı ve programlarımızı bu ölçüye göre uydurmuşuz. Dünyamızın, etrafındaki gezegenlerimizin bir zamanı, vakti vardır. Belki gezegenlerimizde bizler gibi akla biraz mantıklı gelen, sunulan ölçüyü kabullenmiş ve bunu bir sistem haline getirmiştir. Tabi ki bu biraz hayal ürünü olur.
İnsan aklına daima yenik düşer. Tıpkı az önce bahsettiğim zaman yani zamanımızı ölçen saat kavramını mantıklı ve doğru bulduğumuz için kabullenmemiz ve hayatımızı bu duruma göre şekillendirdiğimiz gibi. Bu durumda akla bir soru gelmelidir. İnsanı diğer canlılardan ayıran şey bilinç ya da akıl yürütme midir?
Bir aslan ya da bir sırtlan avına veya leşe akıl ve mantık dışı mı yaklaşır? Böcekler sadece alışmış olduğu sistemi uygulayarak mı hayatlarını sürdürürler?
Kendini aslandan korumak isteyen bir ceylan sadece içgüdüsel olarak mı harekete geçer?
Tüm bu sorular ister cevaplansın ister cevaplanmasın. İnsan tıpkı diğer canlılar gibidir. Kesin konuşur çünkü kendini savunma ve var olma çabası içerisindedir. Bir çaresizliğin bir küçüklüğünün farkında olma durumudur. Aciz ve kendisine sunulan hayatı her gün kendi kopyası ile idare etmek zorunda olan bir canlıdır. Bunca sistemi ve bunca aklı yürüten canlılara insan demek, hakaret belki canilik olur. Yüz yılda, bin yılda bir gelen ve gelecek olan akıl ve mantık, kişiler veya kişilerce toplum önderi veya toplumun önde geleni gibi adlandırılabilir ve bazen sistemimizin değişmesini ya da olan sistemin düzenli hale getirilmesine vesile olur. Bir sonraki yüz yıl ya da bin yıl ne olur bilinmez, tahmin edilebilir. Ama bence insanlığın nesli çoktan tükendi, tükenmek zorundadır.
Bunların ışığında bazılarımız var olur bazılarımız yaşar bazılarımız ise ölür. Yaşayan bireylerin ne düşündüğünü nasıl yaşadıklarını bilmiyorum. Bir var olan olarak, var olanların acılarını ve kederlerini hatta neşelerini biliyor ve görüyorum.
İnsanlar öyle bir çoğunluk haline geldi ki, bu çoğunluğun tek bereketi dünyanın sonunu hazırlıyor olmamız. Belki görürüz belki görmeyiz ama bir son mutlaka olmalı ve mutlaka istenmelidir.
Unutmamalıyız ki bizler farklı kıyafetlerin farklı görünüşlerin içerisindeki tek bedeniz, farklılığımız renklerimiz. İsteklerimiz ve arzularımız kopyalardan. Düşüncelerimiz ve duygularımız ise ya iyileştirilmiş ya da kötüleştirilmiş birer eş. Sevgilerimiz ve nefretlerimiz dahi birer eş. Kabuktan ibaret olan bedenlerimizin ruhları eş.
Çelişki dolu düşüncelerim bir sonu daha. Sanırım her ruhun bir konuşma biçimi ya da kendine has söylemleri varmış gibi davranmalı, en azından öyle hissetmeli.
Yorum Yazın